Kayıtlar

Ağustos, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tos tos 3

bir boşluğun gölgesine düşen bir avcı gibi sessizce duran bir kediyle dans etti gökyüzü. görmek istediklerinin tamamını görmüş sayılmazdı, daha olmak istediği o kadar çok yer vardı ki, bilseler izin vermezlerdi belki. o ne yapar eder kendine seyirlik güzel bir yer bulurdu ama. sıcaktı, çok değil ancak yine de kulaklarınızın altı terlerdi. kuşlar gök yüzüne manidar bir bakış fırlattıklarında ya da gök yüzü onları unuttuğunda başlardı yağmur, rüzgarla birlikte gündüze eşlik eder, gece gelince tasını tarağını toplar giderdi. garip bir boşluk vardı şimdi. gitmek, yine gitmek en iyi çözüm gibi görünüyordu, ama yaralara ne kadar daha çare olabilirdi bunu kimse bilmiyordu. ama deniz suyu iyi gelirdi insanlara,yaralara ve ruha. deniz kokusu tüm kokulardan başkaydı bir de,onu solumak da iyileştiriciydi. gidince kuşlar, gökyüzü de giderdi,her yeri görürdü onlarla, denizi severdi...

Tos tos-2

Resim
Bu gece "mevsim normal"lerinin altında bir gece. Hatta öyle ki, gece ellerini mevsim normallerinin üzerinden atmaya çalışıyor, yukarıya bakabilmek, bize yukarıyı gösterebilmek için. Ama biz çok kaldık oralarda, altında da çok kaldık. Biz Ankaralılar evet, en iyi biz biliriz mevsim normalini. En ortada olmanın, her yere -bir anlamda- yakın olabilmenin diyeti budur belki de. O yüzden bu gece mevsim normallerinin üzerine pek çıkası yok kimsenin. Herkes arada kalan yerden memnun, hatta çoğu kimse bu günün hayalini kurmaktaymış bile denilebilir belki. Yok, altını ve üstünü kimse hayal etmez genelde mevsim normallerinin. Orta her zaman iyidir. Şimdi işte, şu mevsim normali denen şeyin az biraz altında-ortaya yakın-önce gerçek yıldızlar ve sonra odamdaki yıldızların altındaki odamdan yazıyorum bunları. Hayat bazılarına hiç dokunmazken, bazılarını çok acıtabilir. Şimdi başının üstünde yalnızca gerçek yıldızları görenler gelince aklıma, yaşamın adaletinin olmadığına bir kez daha inanı

Tos tos

Ağustos yuvarlak bir aydır. Tıpki bir ağustos böceği gibi. Geride bıraktığım pembe renkli köprüyü, üzerine ay ışığı vurmuş denizi ve hatta her gece aynı saatte beni uyutmayan çöp kamyonunu bile şimdiden özledim. Bir ay önce içimdeki korkularla yeni bir maceraya atılırken yine zamanın geçişini görmek insana garip bir uyuşmuşluk ve anlamlandıramama hissi veriyor. Şimdi, biraz daha değişmiş ve insanları biraz daha tanımış bir halde, tatilimin kalan yarısına devam ediyorum. Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ı gibi biri olmak var aslında. Çalışmadığı için değil istemediği için gezip tozmak, öğrenmediği için değil dile getirmediği için susup sadece gözlemlemek gerek hayatı. Sadece sokak isimlerini araştırmakla bir ömür geçebilir mi? Buna inandırıyordu Aylak Adam.