When she found herself piling up a list of songs she hasnt listened to for a long time, she decided to embrace the growing feeling. It was sneaking in like a drug, slowly dissolving in her veins and travelling to different parts of her body. Being aware didnt help to define what it was, as it appeared at different instances - in the midst of walking through a breeze for example, or observing a bird passing by, and then there were melodies crawling her mouth- pulling her to the songs. It was easy to be drawn to the familiarity of it. Warm and secure. Calm and see-through. And it was born at the instance of a talk- an insignificant moment for many but too late for her as she got lost in the flow and decided to welcome the new feelings. Just a talk, I assure you, an exchange of words in an attempt to express feelings and thoughts. But the flow - it was familiar, yet unknown and welcoming. Noone could tell the invisible knot that was being knit- except maybe the goodbye hugs were getting ...
Ruhunuza dokunan insanlar olmalı hayatınızda. Hayır, sizinle aynı şeyleri okuyan, aynı şeyleri izleyen birinden bahsetmiyorum. Bahsettiğim şey, sevdiğiniz rengi sevmesinden de daha öte. Ruhunuzu gerçek anlamıyla okşayabilen, şevkatle anlamaya çalışan insanlarla olmalısınız. Zira herkes, kendi küçük dünyasında tanınmayı bekleyen artist olma çabasındaki genç ruhlar gibi. Ve inkar etsek de, birilerini tanımanın en güzel yanı kendimizi de her seferinde yeniden anlatıyor oluşumuz. Anlatırken öğrenmemiz, derin bir perspektifle kendimize bakabilmemiz. Tanıdıkça, empati kurdukça daha da güzel hayat. Anlamlandırmaya çalışmakla, kafa yormakla daha güzel. Ortak şeylere ağlamakla, gülebilmekle, ve hatta isyan edebilmekle güzel. O yüzdendir ki işte, ruhları okşamak mühim bir iş. Maalesef herkesin yapamadığı, ama bir kez yaşandı mı herkesin özendiği bir şey. Keşke bizlere küçükken böyle şeyler öğretilse. Empati olsa mesela bir ders, düşünmenin yolları olsa... Ütopyalar güzel.
Ne itiyordu beni o sayfalarca yazilari yazmaya? 10 sene önce bu blogu neden actigimi hatirliyorum. Üniversitenin ilk dönemiydi, bir konferansa katilmistik, bir hoca bize bir seyler anlatmisti, acaba neydi soylemeye calistigi seyin özu.. Hatirimda kalan tek sey bize bir takim tavsiyelerde bulunduguydu, gelecege yönelik. Bunlardan biri sosyal bir platformda kendimizi ifade etmemizin gerekliligi uzerineydi. O zaman yazdigim onlarca günluk gelmisti aklima. Sonra o zamanlarda cok tecrübeli ve hayattan o siralarda oldukca keyif alir gibi gorunen genc bir cocugun gezi blogunu gostermisti bizlere. Acaba o genc adam hangi sikintilarla basa cikiyordu o siralarda, kim bilir? Ama o zaman, hic de öyle görünmüyordu. Iste ondan sonraki aylardaydi blogspotta bir seyler karalamaya baslayisim. Geriye dönüp baktigimda, ne söylemek istedigimden cok da emin degilmisim, ama iste, baslamisim bir kere. “Aslnda benim hakkımda hiç bir şey bilmiyorladı, beni tanımıyorlardı...
Yorumlar