Hatırlamak




Keşkemizle iyikilerimiz bir türlü eşitlenemiyor, öteki berikini hep geçme çabasında, biz de ikisinin arasında sürükleniyoruz gibi hissediyorum bazen. Çok bilmenin acıttığını bilerek büyümeme rağmen, bilmekten, merak etmekten içimi bir türlü alıkoyamıyorum. Oysa hayatı fazlasıyla farkında yaşamak bazen o kadar acıtıyor ki beni, belki de artık demeliyim, bazen nefes alınamaz bir yere kapanmış gibi hissediyorum kendimi.

Şu koskoca dünyada, nereye gidersen git peşini bırakmayacak gerçekler silsilesi. Güneşin doğuşu ve ayın sessizliği. 

Bilmediğim, öğrenmediğim her şey için kendimi kandırılmış hissediyorum. En sevdiklerimin ihanetine uğradığımı hissediyorum örneğin, beni sevmeyenler özellikle yapıyor gibi geliyor. Deliriyor muyum? Dünyanın bütün bilgilerini bilemeyeceğimi biliyorum. Ama öğrenilmesi mümkün tüm detayları toplamaya çalışırken, tıpkı bir dedektif gibi, sanki bir gizemi çözmeye çalışırken buluyorum kendimi. 

Sanki her bir ip ucu hayatta kalmama yardım edecekmişçesine peşinden koşuyorum. Otobüs şöförünü anlamaya çalışıyorum mesela, her gün her hafta her ay aynı yollardan gidip gelmek nasıl bir duygu? Sonra bir simitçiyi, bir akademisyeni,beni üzen ama üzdüğünün farkında bile olmayan birisini, binadaki temizlik görevlisinin kızına okuması için ettiği telkinleri....

Ne yazık ki her zaman hayatta kalmama yardımcı olmuyor bildiklerim. Bazen o kadar acıtıyor ki, kendimi ego id ve süper ego dedikleri o benliği oluşturan kendimle bir mücadele içinde buluveriyorum. Kendi yanlışlarımı, eksiklerimi bilirken ve değişmeye çalışırken, nasıl oluyor da bu kadar acıtıyor bazı şeyler? İçimde bir türlü susturamadığım, her şeyin en düzgün ve en ideal haliyle var olmasını bekleyen bir sesin varlığı korkutuyor beni hala.  

Hep bir şeylere yetişme gayesinden o kadar sıkılıyorum ki, koşuşturmalarımızın anlamsızlığından mı, bir türlü bir yere varamayışından mı bilemeden, bazen her şey çok gereksiz geliyor. İnsanları bir kaç konuşmadan, bir cümleden, bir bakıştan tanıyor, ve ben senden daha önce görmüştüm, ya da senin gibi birisini tanıyorum demekten o kadar üzülüyorum ki mesela. Hayat, aynı şeyleri aralara boşluklar, farklı olaylar koyarak tekrarlıyor gibi geliyor her seferinde. Ben bunu daha önce görmüştüm, bunu daha önce yaşamıştımı defalarca söylerken, sonunda gücüm kalmıyor. Büyüdükçe neşem de, güzelliği görmeye çalışan yanım da köreliyor sanki.

İnsan ilişkileri beni çok ama çok yoruyor, her seferinde her şeyi düşünüyor olmak, karşılığını görememek, tekrar tekrar üzülmek, sonrasında tekrar tekrar onarılmak yıpratıyor. Yaz günleri her gün denize girip arkasından her seferinde duş almaktan gerilen cildim gibi, ruhum da geriliyor. Belki ben çok düşünüyorum, kim bilir, belki de hayatta üzerine en az düşünülmesi gereken şeydir insanlar arasındakiler. Akışına bırakmak belki daha az acıtır insanı, asla bilemeyeceğim, ama bunu tahmin ederek avunuyorum işte.

Derin bir su, kendini özgürce savurarak, sular sıçratarak kaybolmak. Suyun en dibinde, mavi fayanslardan bir kaç santim yukarıda yere paralel gitmek. Toprağa paralel suda yüzmek. Derinlerde yürümek...

Hepsi çok güzel olabilirdi şimdi. Sıcak ve boğuk bir nisan akşamından ayrılıp, daha ferah ve düşünceleri kontrol etmek zorunda olmadığımız bir 'an' a gitmek. 















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Walking through

Kesfedilmemis Element

No Screws Loose