Hala umut var mı?

Ne  ekersek, ne yazık ki onu biçemiyoruz. Hayat anlamaya çalışırken çok çaba sarf ediyoruz ama hayat çok basit cümlelerle sillesini vuruyor bizlere. Bir zamanlar her şeyinizi paylaştığınız, canınızın içinde hissettikleriniz birden bire bambaşka yüzlere dönüşebiliyorlar mesela. Bugün gülen yarın mendillere sığamamacasına ağlayabiliyor. Tüm bunları bilen herkes hayatı öyle uzaktan izlemeye başlıyor sanki sessizce, tepkisizce. Ne bir başkasının acı çektiğini görmek, ne bir başkasının yarasına merhem olabilmek. Çekilmesi gereken neyse çekiyor herkes, görülmesi gereken neyse görülüyor. Bir ceza mı, bedel mi, şans mı bunu kimse bilmiyor, ama ne yaşanması gerekiyorsa, eninde sonunda yaşanıyor.

Kaderlerimizi birbirine bağlayan şey ne? Belki hiç biri değil, ne sözlerimiz, ne davranışlarımız ne de hercai giden kalbimiz. Belki sadece bir akışın içinde birbirimize asılı kalıyoruz, ne çok sıkı, ne çok gevşek. Takılı kalıyoruz...

Hayatı böyle yaşamak zorunda dayatılmak ne acı... Ya korunaklı yuvanızdan hiç çıkmayacak, hiç bir şeyi yaşamadan öylece bekleyeceksiniz, ya da hayatın size sunduklarına göz kırpıp acısını ve iyi kötü bedelini ödeyeceksiniz.  Hani diyorlar ya öğrenmek diye, yazmayı okumayı öğreniyoruz ama hayatı da öğrenmek diye bir şey var şu evrende. Çünkü çok saçma, çok acımasız ve çok yürek örseleyici kuralları var yaşamanın.

Masumiyet var bir kere, en başından beri korumaya çalışılan, ama zamanla elden gidiveren...insan içindekini korumaya çalıştıkça ayartılıyor, etrafını idare etmeye çalıştıkça kaybediyor içindeki masumiyeti... Düşüyor, bir daha düşüyor, bir daha, bir daha, bir daha.... Hep tazeliyor nasılsa içindekini ama, kırılan bardak eskisi gibi olmuyor.

Sonra kalp var, nereden nereye gittiği bilinmez, kendini anlamaya çalışıp duruyor. Büyürken daldan dala konuyor elbette, bunun acıyla bir ilgisi yok, olmamalı da. Çünkü kendini tanır kalp bir başka kalpte. Küçük küçük tanır, yavaş yavaş tanır, tanımadan devam edemez. O yüzdendir ki, severiz birilerini, platonik ya da karşılıklı. Yanlış ya da doğru bir şeyler yaşarız sırf kendimizi, kalbimizi, istediğimizi anlayabilmek için.

Bir kalp ne kadar büyür peki? Ne kadar genişleyebilir? Hayatta bir çok insanı severiz, bir çok insana yer veririz ruhumuzda ama kaçı dokunur gerçekten bize? Ah bunlar ne acı şeyler, konuşması ne zor, ne sıkıcı, ne can yakıcı şeyler. Biri girer ver her şey tamamlanmış gibi görünmez mi? Sonraki bir başkası neyi tamamlar peki? Bir öncekinin boşluğunu mu, başka bir boşluğu mu?

Eksik olmamak gerekir aslında, bir başkası yokken de bir bütünü oluşturabilmek, tek başına eğlenebilmek, tek başına yaşayabilmek, kendi kendinle arkadaş olabilmek gerekir.Zira şarkı çok klişe gelebilir, ama yalnızızdır, ömür boyu yalnızızdır gerçekten de. Tüm gönül işleri bunu unutturacak insanları aramaktan ibarettir aslında, bazıları öyle unutturur ki, yokluklarında geriye dönmek, gerçeği, asıl olanı kabullenebilmek o kadar zorlaşır, o kadar can yakar ki...

Niye hayatı anlayabilmek, öğrenebilmek ve daha az acı çekebilmek için herkeste bir parçamızı bırakmamız gerekiyor? Kalbimizi biraz dolaştırmak, kısa mesafelere yormak, ancak uzun mesafede, güvendiğimiz ve kendimizi bir bütün olarak görebildiğimiz bir kişiyi bulabilmek, ve filmlerde dediği gibi, ölüm bizi ayırana dek onunla unutmak her şeyi neden mümkün değil?

İşte tüm bunlar, çok acıtan çok düşündüren, çok söyleten şeyler. Ve her ne hikmetse adına hayat diyoruz. Adına sevmek, unutmak, aşk acısı çekmek, tekrar sevmek, tekrar unutmak, debelenmek, debelenmek debelenmek diyoruz.

Ağlıyoruz, hem de çok ağlıyoruz. Gözlerden yaş gelmesi gerekmiyor, sözcüklerimiz acıyorlar, ellerimizden dökülürken bir yerlere, ellerimiz yanıyor, dilimize düşüyor, dilimiz acıyor. Canın sağolsun diyoruz hep birilerine, bir şeylere, kendimize. Canımız sağ ya, en azından acı çekebiliyoruz, en azından hissedebiliyoruz, en azından nefes alabiliyoruz, en azından hala umut var diyoruz...

Hala umut var mı?


Yorumlar

merve.d dedi ki…
Çoğumuza tercüman güzel bir yazı Cansum güzel yüreğine sağlık.Ama hayat ne kadar acımasızda olsa masumiyetini hayata güvenini kaybetme hayat ne kadar değerli olduğunu o zaman gösteriyor çünkü.sevgilerimle
c dedi ki…
''Hayatı böyle yaşamak zorunda dayatılmak ne acı... Ya korunaklı yuvanızdan hiç çıkmayacak, hiç bir şeyi yaşamadan öylece bekleyeceksiniz, ya da hayatın size sunduklarına göz kırpıp acısını ve iyi kötü bedelini ödeyeceksiniz. Hani diyorlar ya öğrenmek diye, yazmayı okumayı öğreniyoruz ama hayatı da öğrenmek diye bir şey var şu evrende. Çünkü çok saçma, çok acımasız ve çok yürek örseleyici kuralları var yaşamanın.''

Cümlesinin tek cevabı var. Et yiyen bakteri. İnsanlar artık tamamen et yiyen bakteri gibi ilk önce koluna sıçrar sonra bacağına sonra bütün vucudunu sarar sarmalar ve kemirir . Kemirirken bıraktığı izler değildir insanın canını yakan . Kemiren o asalağı hayatına vücuduna kendin alırsın işte o acıtır insanın canını. Ya gözünü karartıp keseceksin ilk anda yayılan kolunu. Yada bırakacaksın kemirip bitirecek seni.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Walking through

Kesfedilmemis Element

No Screws Loose