Şerefe!

Kelimeler gelmiyor, ya da durun; kelimeler geliyor ama artık başka şekillere, başka duygulara evriliyorlar hayatın akışında. Yazamıyorum, sadece düşünüp yaşayabilmeye yetişiyor hızım. O kadar çok bilgi, o kadar çok yanlış ve o kadar çok doğru uçuşuyor ki havada, kendine uygun olanı içinden objektif olarak seçmek ve kendi kararını almak neredeyse imkansız. Arka planda çalışan çok fazla programım var, ve ben asıl kullanmak istediğim programları bir türlü açamıyorum.

Bazen nasıl yemek yemekten sıkılırsa insan, bazen nasıl bıkar aynılıktan, işte öyle, her gün az çok aynı hayatı, aynı insanları yaşamaktan bıkmış bir benle başa çıkmaya çalışırken buluyorum kendimi uzun zamandır. Bir şeyler seçmeyerek de bir şeyler seçtiğimi fark ediyorum sonra, durup camdan geçen kedileri, ayaklarımın ucunda yürüyen karıncaları izliyorum. Zaman sıktıkça daha hızlı dökülen kum gibi.

Yaşamak, evet yaşamak zor bir iş gerçekten de. Hayatı tercih etmeyenlerin zora gelemeyen insanlar olduğunu düşünüyorum önce, sonra diyorum ki, kim bilir neler yaşadılar, kim bilir neler hissettiler ve mücadele edemez hale geldiler. Dünyadaki bu kadar acıyı nasıl taşıyoruz ki  zaten milyonlarca insan olarak?

Sosyolojideki bir teoriye göre, dünya üzerindeki bütün insanlar birbirlerine maksimum 6 kişi kadar uzaklarmış. Yani sosyal bir ortamda gördüğümüz bir kişi bizden 6 farklı kişi ağı kadar uzak aslında. Ya da dünyanın öbür ucundaki bir kişi.. Böyle düşününce dünyanın üzerinde sarıp sarmalanmış koca bir ip yumağı hayal ediyorum, birbirine bağlantılı yollar ve insanlar. Birbirine bağlantılı acılar ve sevinçler. Bu kadar duygunun bir kokusu veya bir gölgesi nasıl oluyor da olmuyor allahaşkına? Yoksa biz o gölgelerin etkisinde mi uyanıyoruz da böyle oluveriyoruz sabahları...

Küçükken,  25 li yaşların hayalini şimdi içinde olduğumdan çok farklı bir şekilde kurardım. O zaman bu yaşlarla ilgili göze görünen en temel his kafa rahatlığıydı, büyümenin, kendi ayakları üzerinde durmanın verdiği özgürlüğün ve kendine güvenin hissi. Oysa bu iki kavram; özgürlük ve kendi ayakları üzerinde durabilmek, çok daha büyük bedellerin sonucunda elde edilen- bazen de ne yapılırsa yapılsın elde edilemeyen- birer ayrıcalıktı. Sorumluluk almak, acı çekmek, kaybetmek, ihaneti yaşamak, ötekileştirilmek,güvensizlik hissetmek, yalnızlaşmak, kendinden ve dünyadan soğumak.. Bunların hepsi  o iki kavramın yanında giden, büyümekle el ele yürüyen kavramlar oysa ki.Herkes büyüme sürecinin bir evresinde bunlardan en az biriyle karşılaşıyor, o sancıyı yaşıyor ve ona göre şekillendiriyor ruhunun hamurunu.

Acı çekmek özgürlükse eğer- ki bence birazcık da olsa ilişkili kavramlar- herkes en az bir kez özgürlüğünü yaşıyor şu hayatta. Varoluşunu,  etrafındaki insanları, belki ailesini belki kendisini sorguluyor ve çoğu zaman cevabını bulamadığı zor sorularla boğuşuyor. Ama çok neyse ki, herkesin kendini oyalamak, bir yer acırken başını bir başka tarafa çevirmeyi öğrenmek gibi bir refleksi de doğuştan geliyor işte, ve insan başka başka şeylerde,var oluş sancısını unutmaya çalışıyor.

O halde şimdilik herkesin kendi cankurtaranına, şerefe...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Walking through

Kesfedilmemis Element

No Screws Loose