Sıfırın toplamadaki etkisizliği

Tarihini hatırlamıyorum, belki 2 sene önce bu zamanlar, belki ekim,belki kasımdı elimden yapraklar dökülüyormuşçasına fotoğraf çekilirken. Kadraja öyle bir bakmışım ki, yüzümdeki mutluluk sanki hafızam geçirdiğim bütün sonbaharların en güzel anlarıyla doldurmuş gibi çocuksu ve umutlu gösteriyor beni. Sanki dünyada bir şeyin - her şeyin olamasa da- sırrını çözmüşüm gibi, yıllardır aradığım şeyin cevabını bulmuşum gibi bakıyorum.

Şimdi, ekinokstan 2 gün sonra, o fotoğrafı tekrar gördüğümdeyse, şüphesiz fotoğrafı ilk kez gören birisiyle aynı şekilde bakamıyorum. Onlar turuncu yeşil ve sarının tonlarının neşeyle dalgalanmasını izlerken, ben bir şeyleri tamamen anladığını sanan neşeli ve umutlu bir kız görüyorum.

Kıymetli bir arkadaşımla bir gün laboratuvarda konuşuyorken -konunun nereden geldiğini hatırlamıyorum- şöyle bir şey dedi. 3 artı 1 ile 2 artı 2 aynı şey değil, ama verdikleri sonuç aynı. Konu neydi, neyin üzerine söylemişti hatırlamıyorum, ama bunun üzerine bir şeyler yazılmaya değer bir cümle olduğunu düşünmüş ve ona da bunu söylemiştim.

İşte başlıyorum.

Kendimizi sevmek, kendimize dışarıdan bakabilmek ve anlayabilmek fikri bana son bir kaç zamandır şizofreniyi hatırlatıyor. İnsan dışarıdan bakamadığı ve algılayamadığı bir şeyi- yani kendini nasıl bu kadar çok sevebilmeli? Evet birilerinin onaylamasına dayalı bir iç saygı mekanizmamız olabilir ve bu çok sağlıksız bir şey. Çünkü insanın kendi özsaygısını kendi değerlerine, kendi artı ve eksilerine göre oluşturması gerekir. Ama bir şeyi seviyor oluşumuz, ya da bir fikri benimsiyor oluşumuz çok sübjektif  bir şey değil midir? Bence her şeyin başının bu olması, yani dünyayı sevmeden önce kendimizi sevmek, kendimizle anlaşabilmek zorunda oluşumuz da bu yüzden bu kadar zor. Her seferinde çıkıp kendini dışardan görebilmek, kendine destek çıkabilmek, sahip olduğun bedeni korumak ve ona bakmak...

Ve evet- heyhat ki- hepimiz bambaşka yollardan gitmeye çalışsak da sonsuz bir döngünün içinde aynı kara deliğe yuvarlanıyoruz. Ölümle ilgili çevremle konuştuğumda fark ediyorum ki, kimileri için bir gün herkesin öleceğini bilme hissi çok rahatlatıcı bir şey. Kimileri içinse bu hiç bir şeyi değiştirmiyor. Yine aynı kıyaslamalar, yine aynı belirsizlik. Hangisi daha anlamlı bilmiyorum, çünkü ilk yaklaşım beni her şeyin anlamsızlığına sürüklüyor, ve inanın belirli bir süre her şeyin anlamsızlığı üzerine düşününce kalp atışlarınız hızlanıp korku duyunuz sizi ele geçirebiliyor.Belki de dünya üzerindeki tüm inanışlar bu kaygıları engellemek ve insanları bir düzen içinde kendi başa çıkışlarını bulmada desteklemek amaçlı var.

Bir de insanın her türlü değişime, olumsuzluğa ve yeniliğe alışabilirliği diye bir şey var ki, ah, anlam arayışıma ket vuran en önemli şeylerden birisi bu olsa gerek. Gereksiz şeyleri hafızadan atmanın bilişsel olarak gerekli bir şey olduğunu biliyorum, ama insanın her şeye öyle ya da böyle alışabiliyor olması fikri -ergonomikliğini bir kenara bırakırsak - biraz iki yüzlü geliyor. Duyguların asla ilk günkü şiddetiyle kalamaması, atılacak adımlar, verilmiş sözler, düzeltilmesi gereken olumsuzluklar ve iyileştirilmesi gereken şeylerin bazı zamanlarda asla gerçekleşmemesi ve kaotik bir düzen içinde kendi kendini tekrar etmesine sebep oluyormuş gibi geliyor.

Evet, her şeye alışıyoruz, ama çoğu zaman o esnada ruhumuz kevgir gibi delik deşik oluyor. Özsaygımız en son şiddette depremlerle sarsılıyor, varlığımızın anlamsızlığını bambaşka şeylerle doldurmaya çalışıyoruz; insanlarla, metalarla.. Bazen bazıları bir video çekip veda ediyorlar mesela, hiç bir şey yapamayarak da bir şeyler yapmış oluyorlar sanki.

Endişelenecek bir şey yok gibi aslında, insanız, bilinen yaşam formları arasında en akıllı canlılarız, tüm bunların hepsi nasıl olsa gelip geçiyor, bizler; daha güçlü, daha zayıf  "başka" bir formda, daha " başka birşeyler"olarak devam ediyoruz her şeye. Kimi 3 artı 1le, kimi 2 artı 2 ile.. hatta bazen 2 artı 2 eksi 1 ile...

Sanırım sonuca hangi sayılarla ulaştığımız- yani başlangıçta elimizde hangilerinin olduğu veya hangilerini elde ettiğimiz- hayatın yarı düzenli/ yarı düzensiz adaletiyle birlikte bir parçası olduğumuz karmaşaya bağlı durumda. Yani kontrol edebildiğimizi sansak da, büyük resimde kontrol edilemiyor.Ve bazen, kimlerinin elinde 4 olsa bile, o işlemi yapmak zorunda kaldığı için elinde koca bir 0la toplamak zorunda kalıyor. Hayat bizden istediği işlemi öyle ya da böyle yaptırtıyor.

Neyse ki 0 toplama işleminde etkisiz eleman. Ve neyse ki, çarpma işleminde önüne gelen her şeyi yutup gidiyor.-Yani biz insanlar eninde sonunda her koşula alışabiliyoruz! -  ya da umarım bir çoğumuz için öyle oluyordur..

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Walking through

Kesfedilmemis Element

No Screws Loose