Hayalgücünden-

Az sonra okuyacaklarınızın gerçek kişi veya yaşananlarla ilgisi bulunmamaktadır.

-----

"Hikayeler, anılardan doğar. Güzel hikayeler genelde güzel anlardan doğar elbette, ama önemli olan gözyaşları olsa da, yaşanılanın güzel aktarılabilmesidir.


"Midesinin tam altındaki bölgeye garip bir his oturmuştu. Sanki yüzerken ayağını sert bir yüzeye koymak istediğinde ama suyun çok derin olduğunu ve bunu yapamayacağını fark ettiğin andaki gibi bir his." Julia Gregson, East of the Sun.

Şimdi, elimde çayım uzanmış camdan bakarken, tam da böyle hissediyordum. Daha bir saat bile olmamıştı tren kalkalı ve ben bu alıntıyı eve dönüş yolunda tesadüfen keşfetmiştim. Anın geçiciliğinin ne kadar önemli ve bir o kadar da önemsiz olduğunu bir kez daha idrak ediyordum düşündükçe. Bazı insanlar karşısındakileri içselleştirmede ve kabullenmede diğerlerine göre çok daha hızlı aşamalarla ilerliyorlardı.

Elimde bir de kitap var, okumaya başlayacağım. Diyorum ki, oturayım da yazayım içimdekileri, yeni düşünceler üşüşmeden. 

Şöyle başlıyordu;

Bizim göremediğimiz, ve seyrini hemen hemen asla algılayamacağımız yazgımızın bir yerinde yaşadığımız bu kesişimin sonucu, kendimizi iki tane simidin bir ağacın dalına asıldığı büyük bir parkta yan yana otururken bulmuştuk.

Güzel bir gün başlamıştı önce, güzel bir şehirde. Kahkahası bol, neşesi yerinde. Aynı günler ve aynı yerler sanki hiç acıtmamış, hiç geride kalmamış gibi bambaşka şekillere bürünmüştü birdenbire.

Kimse kimseyi bir anda algılayamazdı. Hayat, eğlenirken çok keyifliymiş gibi görünse de, aslında herkesin dertleri mink minik keselerle sırtlarındaki çantasındaydı.

Biz, o küçük keseleri de açıvermiştik, yanına biraz da yemeklik bir şeyler katmış, oturmuş hoşbeş ediyorduk işte. Neydi ki zaten o an, neydi ki öncesi ve ne olacaktı ki ondan sonra? Aynaya bakınca gördüğüm ve gösterdiğim bu suratsız yüzün aksine giderken akıttığım göz yaşları bir sonraki adımını düşlediğim o an yüzünden mi gelmişti bana? Yoksa, tutukluğum içinde bulunduğum anın güzelliğine inanamayışım yüzünden miydi ?

Ne mutluydum, merakla girdiğimiz sanat galerisinden hiç bir şey anlayamadan kahkahalarla çıkarken, ya da söylediğimiz şeyi yanlış anlayıp bize şal uzatan garsona ağız dolusu gülerken. Oysa hiç biri özel bir ana ait anılar değildi. Belki unutmuştun bile şimdiye dek, ama ben hepsini öyle hatırlamak istediğim için öyle hatırlıyordum. Elimden gelmiyordu, yapısal olarak çok müsaittim böyle küçük şeyleri birleştirmeye. İşte tüm bu anıları da, birlikte geçirdiğimiz zamanın keyfine bağlayıveriyordum.

Evet, galiba haklıydık o sohbette. Birbirinin hayatına neden dokunmak zorunda olduğunu er ya da geç fark ediyordun. Biz de bir gün anlayacaktık nasılsa, şimdi düşünmenin bir anlamı yoktu.

Yine de, sabahında içimde bir huzurla birlikte uyandığımız o günün akşamında, tek başına oturmuş, güneş batarken fark ediyordum ki, insanlar birbirlerini çok farklı şekillerde algılıyorlardı.  Birbirimize  biçtiğimiz mesafeler gerçekten de farklıydı. İyi ya da kötü yoktu, doğru ya da yanlış hiç yoktu. Bu genel geçerliliğin ufak bir iz düşümünü görüyordum yalnızca ikimizin üzerinden.

Bir de ne anlıyordum biliyor musun, gerçekten her yeni insan, bir başka notasına dokunuyordu karşındakinin. Seven yerlerimiz kırılıyor, koparılıyordu belki hayatın bir evresinde, senin de dediğin gibi, ama bir başkası başka notalarını buluveriyordu bazen, eğer izin verirsen, sonra da çalıp kendinle ilgili ve dünya ile ilgili daha önce hiç keşfetmediğin şeyleri sunuyordu sana. 

Ve öyle gelip özel bir sunum da yapmıyordu hani. Cümle aralarında dokunuyor, nefes aralarında üflüyordu. Arkanı döndüğünde önünde koparılmış küçük bir papatya bulunca fark ediyordun onu. Trenin arkasından koşma, hızlı gider denince patlattığın ağlamaklı kahkahada anlıyordun. Birinin diğerine "varınca haber ver" demesi bile bazen çok şey öğretiyordu hayatta insana. Veda ederken "her şey ikimiz için de güzel olsun." denebildiği için anlamlıydı o an. 

Çok sevdiğim  bir Amerikan filmini yine hatırlatıyordu bana o notalar bir de;

 "I feel like I was never able to forget anyone I've been with. Because each person have, their own spesific qualities. You can never replace anyone. What is lost is lost.[...] I will miss on the other person the most mundane things. Like, I am obsessed with little things. I see in them little details, so spesific to each of them, that move me and I miss and... will always miss. You can never replace anyone because everyone is made up such beautiful spesific details." 

Hayır hayır, bir sonraki günü bildiğimden ya da bilmek istediğimden değildi tüm bu keşiflerim. Olay basit bir romantizmin sebep ve sonuç ilişkisi de değildi kesinlikle. Sadece "anı" yaşamayı, "anda" kalabilmeyi öğreniyordum küçük bir çocuk gibi. Ama hoyratça değil, nazikçe. Zaman çizgimde küçük hediye paketleri açıyordum her seferinde, açmadan önce ve açarken yaşattığı mutluluğa değen, yalnızca bir defaya mahsusmuşçasına. Daha katedilecek çok yolum vardı, bunu karşımdakinin ulaştığı noktadan uzaklığımla hissedebiliyordum. Bu böyle vurdumduymaz bir umursamazlık  da değildi, daha çok, akıp giden bir şeylerden elimize kalan güzel şeyler olduğu sürece, sadece o güzelliklere odaklanmayı öğrenebilmekti.

Bu neden mi önemliydi? Çünkü öteki türlüsü çok zordu, her şey bir anda zehir olabiliyordu, komik bir absürtlükle paramparça hale gelebiliyor, ya da içinden çıkılmaz bir hal alabiliyordu. Özlemle başa çıkabilmek için gerekliydi mesela belki de, hayatta kontrol edebileceğimiz ve edemeyeceğimiz şeyleri öğrenebilmek için gerekliydi...

Hiç beklemediğim bir anda önüme sunulan ve şimdi, açıp tadını çıkarttıktan sonra saklamak üzere bir kenara kaldırdığım o hediye paketini- yani o zaman dilimini- düşününce, kısa cümleleri, küçük mimikleri, öpüşleri, ve kahkahaları hatırlıyordum. Henüz hafızam tazeyken, üzerimden iğdelerin kokusu çıkmamışken, gelecek bir zamanda isteyerek yaşayacağım ya da hayatın bana yaşatacağı bir sonraki sürprizli ana kadar şu anda içinde bulunduğum bu halet-i ruhiyeyi sonsuz bir kayda dönüştürmek istiyordum.


30' lu yaşlarımıza gelmeden önceki son çeyrekte bile isteye dahil olduğumuz bu maceraların biricikliğini ve daima güzel hatırlanacağını anımsatmak istiyorum bir de tabii, gelecekteki "ben"liğime. Küçük keselerimizi paylaşmanın, güzel dileklerinde var olduğunu bildiğin ve güzel dileklerinde hep var olacak olan birinin hayatına madden ve manen dokunmuş olmanın hazzını hatırlatmak istiyorum.

---'Hayatınızda şöyle bir insan var mı? Ne kadar uzakta olduğun umrumda değil, var olduğun için çok mutluyum, seni seviyorum ve seni önemsiyorum.'---

Belki de, tüm hikayeler, sonunun nasıl bağlandığıyla ilgili değil de, yaşanan anların bir bütününden ibaret. Keşfedilecek sihir de, sonuçta değil süreçte. Böyle düşünecek olursak da eğer, sonlar ne mutlu ne de mutsuz... "


Yukarıda okuduğunuz hikayenin gerçek kişi ya da olaylarla bir ilgisi yoktur. Ancak, eğer böyle şeyler yaşadıysanız ya da hissettiyseniz, acaba gerçek miydi diye sorgulamanız oldukça doğaldır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Walking through

Kesfedilmemis Element

No Screws Loose