Kayıtlar

Temmuz, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hable con ella!

Sonra bulutlar vardı gökyüzünde. Gökyüzü tamamen toz pembeydi. Pembeliklerin arasında karanlık bir boşluk ve bir kaç parlak yıldızdan başka hiç bir şey yoktu. Çöpçüler şehrin tüm sırlarını bilirler. O gece kaç kişi ne kadar şişe eskitmiş, ne kadar ağlamış ve ne kadar acıkmış. Daha fazlası. Belki de, şehri merak eden bir yabancı, yoldan geçen bir çöpçüyle konuşsa, çok fazla şey öğrenebilirdi, ama çoğu kimse bir çöpçü ile şehir sohbeti yapabileceğini bilmezdi. Bulutlar hareket ettikçe, dünyanın döndüğünü anlıyordum. Anlıyordum, çünkü bazı geceler, yıldızlar da öylece dururken, her şey yavaş çekimdeymiş gibi gelirdi bana. Rüzgar ve bulutlardı dünyayı dönerken güzel gösteren. Tıpkı bizi daha güzel gösteren şeyler gibi. Son film gecesinde filmimizin adı Konuş Onunla'ydı. 2002 tarihli ispanyol yapımı bir filmdi. İspanyol aksanının o keskin ve ateşli halleri güzeldi, filmin duygusal ve komik ruh hali ayrı bir güzeldi. ( http://www.imdb.com/title/tt0287467/ ) Kendimi çoktan iki üniversite

Benim küçük hikayem

“Söylesene dedi, ne bekliyordun? Ne ummuştun? Aşk mıydı aradığın?" Kız elindeki basmalı kaleme iki kez bastı- içinde uç olmadığını biliyordu, olsaydı 0.7 olurdu. Düşündü. "Aşk mı? Bu yaşadığımız şey aşk mıydı? Bu karmaşık ruh halleri, birbirine karışan geceler ve gündüzler, garip haller...Buna aşk mı deniyor?" Böyle demek isterdi, ama demeyecekti. “Bilmiyorum. “ Gerçekten de bilmiyordu. Şimdi burada düşün, söyle dese, onu beklese sabaha kadar, belki bulabilirdi. Ama şimdi, bilmiyordu. İnsan yaşadığı bazı anları unutmaya çalıştıktan sonra, bir gün elinde sonunda o günlere geri dönmek isteyeceğini bilse, en başından böyle davranır mıydı acaba? Aklındaki soruyu sildi. Şimdi başka soruları cevaplamanın zamanıydı. “Neden cevap vermiyorsun? Olmayan şey neydi ki, istediğin gibi olmayan şey?” Bir an, son soru ona sonuna soru işareti konduğu halde soru anlamı taşımayan cümleleri hatırlattı. Gerçekten böyle bir cümle olmasını isterdi

Gece Saçmaları

Hayat, söyleyebildiğiniz cümleler kadarını verir size. Cesaret her zaman kötü değildir, iyi olansa, onun size yaşatabileceği güzel, değişik anlardır. Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey varsa, hayatı ciddiye alarak ne kadar önemsersen, o seni o kadar fazla acıtır. Unutmak, dalga geçmek her zaman seni mutlu yapamaz elbette, ama çok daha başka bir dünyada yaşamanıza yardımcı olabilir. Şimdi, geriye baktığım zaman, hatalarımın ve eksiklerimin gölgesinde, geçen bir yılda bile ne kadar değiştiğimi hayal edemiyorum. Zaman, öylesine toz duman ederken bizi, değişmemek elde değilmiş bunu anladım.Hayatımıza her girip çıkan insanın bize kattıklarını ve götürdüklerini saymadım bile... Şimdi sen de herkes gibisin olmak da varmış mesela, ya da bir gönüllü ile, sokak ortasında muhabbete girmek...Yalnız başına dolaşmak ve kaybolmak, aylak olmak, aylak olmak, aylak olmak... Keşke her an bir kağıt kalemim olsa elimin altında. Düşünceler geldiğinde, bir ip gibi çekiversem onları. Böyle olunca, yani sonray

Karanlığa

Yaşamak acı çekmeyi şart koşar aslında bizlere. Var olmanın, var olma nedenini sorgulamanın, yalnızlığın ve kalabalığın içinden kocaman kocaman bir acıdır hayat. Herkes, bilerek ya da bilmeyerek,bu acıyı dindirmeye çalışır bir şekilde. Kimisi şarkı söyler, kimisi yazar, kimisi sevişir, kimisi susar ve içine döner, kimisi birilerini öldürür. Var olmak zordur. Var olmak, sadece nefes almaktan öte, benliğini ve kendini bir bütün olarak bir arada tutabilmek işi, tahmin edileninin aksine çok zordur. Ve işte, tüm bu zorluğun arasında, aslında en zoru, kendi kendini yok etmeye ikna edebilmektir ruhunu. Birileri yaşar, birileri ölür...birileri, sözcüklerle en derin acılarını anlatsa bile, kimse onu dinlemez ve anlamazken hiç bir anlamı kalmaz onca kelimenin. I cheated myself like I knew I would I told ya, I was troubled you know that im no good Sonra bir gün, yok olurlar. Yok olmalarıyla anlaşılır belki her şey. Bir yüzme havuzunda yüzen kayıp ruhlardan biri olan ruhları, beklenen bir sonla yü

Birinden kalan bir şey.

"... çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca alt katında uyumayı bir ranzanın üst katında çocukluğum... kâğıttan gemiler yaptım kalbimden ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı. aşk diyorsunuz, limanı olanın aşkı olmaz ki bayım! allah'la samimi oldum geçen üç yıl boyunca havı dökülmüş yerlerine yüzümün büyük bir aşk yamadım hayır yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım... saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı. aşk diyorsunuz ya ben istemenin allahını bilirim bayım! çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca balkona yorgun çamaşırlar asmayı ki uçlarından çile damlardı. güneşte nane kurutmayı ben acılarımın başını evcimen telaşlarla okşadım bayım. bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum. insan kaybolmayı ister mi? ben işte istedim bayım. uzaklara gittim uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım! süt içtim acım hafiflesin diye çikolata yedim bir köşeye

Üç Harf

Üç harf yanyana kaç şekilde gelir bilir misin ? Aşk dersin.. Sen dersin.. Ben dersin.. Sen, ben biter; biz dersin.. Gün gelir Git dersin.. Peki ''dur'' kelimesinden haberdar değil misin ? Dur demeyi bilmez misin ? Git demek kolay, dur diyebilecek kadar yürekli misin? Can Yücel 

Bilindik

Evet, aynen böyle olur, bir şeyler seni birilerine çeker, öyle çeker ki, anlamlandıramadığın, adını koyamadığın bir şeyler sarar bir anda onu gördüğünde. Yok, adını koymak istediğinden değildir aslında, sadece sana ait olmasını istediğindendir belki, ya da olsa olsa, onu kaybetme korkundandır, başka bir şeyden değil böyle hissetmen. Bilirsin, asla olmayacak bir şeyin olma ihtimalini hesaplamak zordur, imkansız değil, ama zordur. Zoru seversin. Sadece zoru seversin.

Some devil, some angel..

-Do you want to know how I feel? I feel hurt. +I know. I'm sorry. -It's not your fault.

Boğaziçi Günlükleri 4

Efendim, 4 müş, 5 miş, ben artık günleri karıştırdım, tek bildiğim, bu gece burada bir haftamın dolacağı. Zaman telkin ettiği gibi geçince deva oluyor yaralara. Ben de artık alıştığım için buralara, kazası belasız ilk haftamı atlatmanın mutluluğu içinde yazıyorum bu satırları. :) İstanbul'un 4/1 ini gördüğümü bile iddia edemem, ama bu hafta gördüklerimle, bu şehir hakkındaki düşüncelerimin çok fazla değiştiğini ve farklı şekillere büründüğünü iddia edebilirim. Cevahir macerasının ardından, kah saat 9 da okulda çimlerde yayınlanan filmlere, kah okulun içinde yer alan manzaralı misafirhaneye dolaşarak geçen gecenin ardından, Cuma günü deneyimi başarmanın mutluluğu ile, asistanım ve diğer stajyerle Bebek'te waffle yemeye gittik. Abbastaki kadına gıcık olsam da, waffleın tadı hala damağımda... Sahil boyu yürüyerek Aşiyan mezarlığı ve parkına gelince, Atilla İlhan ve Münir Nurettin Selçuk'un aynı mezarlıkta olduğunu öğrenmiş oldum. Park, manzara, yeşillik şahaneydi..

Boğaziçi G-2 ve G-3

İkinci günü artık hatırlamıyor olmam, ne yaşımla alakalı ne de o gün yaşadıklarımla.. İstanbul bu işte, hızlı yaşamak dedikleri şey böyle olsa gerek, ben de ikinci günden o kervana girdim sanki ve bir türlü yazmaya fırsat bulamadım. Oysa şimdi, düşününce, ikinci günde oldukça hızlı geçmişti, çekingen asistanım ve onun da stajyeriyle. Kurduğum reflux deneyinin ilk günden 10 saat sürecek olması beni demotive etse de, zaten çok yorgun olduğumdan daha uzaklara gitme fikrinden çabucak soğumuştum. Öğleden sonra Deniz ve Hazal'la güzel zaman geçirdim, bana iki kampüsü, arasındaki caddeleri ve ortamı anlattılar. Denizden ayrılıp karnımı doyurduktan sonra, deneyi kontrol için okula gittim. Lisans öğrencilerine bile verilmeyen kapı kartı, asistanım sağolsun elimdeydi. :) Ee, madem 10 da girecektim gece gece, napalım, gül ve diken olayları! Korka korka girdim, refluxu kapattım ve gecenin bir yarısı dondurmam elimde yürüye yürüye vardım yurduma. Boğaziçililerin "Petek" dedikleri, ç

Boğaziçi Günlükleri-1

Aklımda buradaki her günümü anlatmak var. Tıpkı 1 yıl önce, bir yıl öncesini gün be gün anlattığım gibi.Ama artık ne o kadar çok zaman ayırabiliyorum uzun uzun anlatmaya, ya da durun, üşeniyorum ellerimi yormaya. Kağıt kalemin kokusu çok güzel oysa ki, laptopun tık tıklarının yanında, ama bu sefer sanırım öyle yapmayacağım. Zaten sanırım 30 güne yakınlık maceramın tamamını da anlatacak zamanı her gün bulamayacağım. Neyse, bu kadar uzun girizgahın ardından, buradaki ilk günümü anlatmam sanırım caiz. Evet, uzun ve buhranlı bir geceye adım atacağımın bilincinde, uzun uzun ağlayarak vedalaştım annemlerle. Babamın yol sorduğu genç çocuk, benim yatılı okula falan gönderildiğimi sandı sanırım. Durmadan ağlama dedi bana. Birlikte aynı servise binecektik altı üstü... Ataşehirden Alibeyköye ne ara geldik hatırlamıyorum, bir gece önceki uykusuzluğumun desteği ile, yol boyu uyuduğum gibi o arada da uyumuştum sanıyorum ki. İndiğimizde, serviste kamera şakası gibi valizlerimizi koyacak yer yoktu.

Karmaşık

Bugün bir sürü şey geldi aklıma söyleyecek. Hangisinden başlamalıyım, hangisine inanmalıyım beni istediklerimi anlatmaya sürüklesin diye... Yalnız, inançlarına sığınmış bir kadının, eşine arabayı park ederkenki mutluluğunu gördüm bugün. Sanki hayattaki tek eğlencesi oymuş gibi, gülümseyerek- biraz da çekingen- anlatıyordu kocasına. Belli ki kocası da memnundu bu anlatma durumundan, o da gülümsüyordu. Sonra onların biraz ilerisinde, bir eskici arabası duruyordu. Yolun tam ortasında park eden arabalara inat, o da tam ortada olmasa da, bir arabanın geçebileceği bir genişlikte yolu tıkamıştı. Sahibi, bakanı kimdi kimse anlamadı...Yalnızdı eskici arabası. Bugün aslında önemli bir gündü, 18 yaşına gelenlerin aslında farkında bile olmadıkları yıllarda, pek çok insana, düşünceye, aslında belki de temelde insanların bir arada yaşayabilme özgürlüğünü ve gücüne adeta meydan okuyan bir takım olayların yaşandığı bir gündü bu gün. Üstelik, bu acı ve utanç dolu günü anmak isteyenler, sanki suçlu onla

Ankara Üzerine..

ANKARA Masa başında kurulmuştur Ankara.Masa başı adamları yaratmış, masa başı adamları sevmiştir. Masa başı işlerinin kenti olmuştur Ankara. Sokakları cetvelle çizilmiş isimleri bir alfabetik indeksten sırayla seçilmiştir. Bestekar, Bilir, Büklüm Bülten...diye yan yana giderler. Tarihi, üzerine sonradan dikilmiş elbisedir,yaşanmışlığı değil. Akildir, mantıktır. Ruh ona sonradan biçilmiştir, gerekliliği bilindiği için. Arkasında hayat değil bilgi vardır. Bu yüzden toplamadır ruhu Kültürleri toplamış kendince birleştirerek kendinin yapmıştır bu kent. Tren garı binasının karşısındaki Hitit aslanına ters binen Nasreddin Hoca’dır. Sterildir Ankara heterojendir. Fakiriyle zenginin hayatları pek karışmaz birbirine Lalia bile yakınlaştıramaz dünyaları,hayalleri farklı bu insanları. Sıhhiye köprüsü görünmez bir duvardır kuzey ve güney arasında; iki Ankara’yı böler.Ve Yenişehir’in inadına Sıhhiye’dir sittin sene değişmez. Sınırlar nettir Ankara’da.Çünkü devlettir Ankara. Devlet sınırları sever.