O lala!


Ne derim hep, her yolculuk önemlidir. Kendimize yaptıklarımız, başkalarına yaptıklarımız, yapmaya çalıştıklarımız, ve sadece hayalimizde yapabildiklerimiz.

Ben de işte, yine yeniden, çıktım yola. Bizdik bu sefer yine. Bir kere ben çıkmıştım, artık biz oluyorduk.

O günü hala hatırlıyorum, her şeyin değişmeye başladığını fark ettiğim anı. Liseden mezun oluşum, yeni bir okul, yeni bir ülke ve uzaklaşan sevdiklerim.

Sonra ne mi oldu?

Not everybody though..
Sabahın 4 üydü evet, Havaş servisinin gelmeyişinden belliydi aslında bir maceraya atılışımız, taksiyle gelip tüm bir geceyi -saat 4 e kadar- banklarda uyuklamaya çalışarak geçirmek oldukça yorucuydu doğrusu. Tam da onca sınavın ve stresin arkasından tatilin benim için böyle başlaması daha ne kadar anormal olabilirdi bilmiyorum, tüm bunları geride bırakıp sessizce Hayde çalan cafede bir bardak sıcak çaya talim olmayı seçtim. Evet, oldukça sakindim.

Sanki o gece havaalanı sadece bizim için açılmıştı. Bir avuç insan o saatte İstanbula gidiyordu, herkes birbirine napıyoruz biz der gibi bakıyordu, ama herkes gidiyordu işte.


Sabahın köründe burda ne işimiz var?
İstanbuldan brüksele, brükselden trene. Trenden otobüse. Neredeyse tüm ulaşım araçlarını kullanmış, görebileceğimiz her türlü insan profilini görmüştük yine. 7/24 güler yüzlü gibi duran hosteslerden sonra, garip şapkalı ve bastonlu Lüksemburg insanlarını görmek bizi oldukça yormuş olacak, eve varır varmaz uyuyakaldık. Ta ki küçük pokemon gelinceye dek. :)

---
                                                                                                  İşte o anda, tüm yolculuk ve çekilen ne kadar sıkıntı varsa, hepsi unutuluyor. Karşınızda küçük, sevimli mi sevimli bir pokemon, sizinle oynamak için can atıyor! Gel de uyu, gel de bana ne de!

Böyle böyle derken, tam 10 gün geçti. Macera devam ediyordu. O güne kadar yaşadıklarımız maceranın sadece ilk kısmıydı. Nerden bilebilirdik ki 2,5 günlük bir yolculuğun bizi beklediğini? Belçikadaki ulaşım görevlilerinin grevini, ve Brüksel havaalanında geçireceğimiz 12 saati nerden bilebilirdik... :)

İnsanlar neden en telaşlı anlarda kötü şeyleri getirirler akıllarına? Herkes bir anda en kötü hikayeleri anlatmaya başladı. Ah dedim ah, tam da kültürümüzün olayı bunlar. Yok efendim uçak Ankaraya inememiş, antalyaya inmiş de, yakıtı da bitmiş de. Yok efendim ayakları uğursuzmuş da. Bana ne kardeşim. Biz kendi hikayemizi yaşıyoruz burada. Neler yaşanacağını kim bilebilir?

Uçakta televizyon olması oldukça iyi geldi doğrusu. "Bizim büyük çaresizliğimiz" 'i izileme fırsatı buldum. Ankara'da geçen, sakin mi sakin, güzel mi güzel bir film. Biraz farklı seyrediyor alışılandan ama güzeldi.

Havadan dünyayı seyretmenin zevki ise, bence para ile satın alınamayacak şeyler listesinde başlarda yer alıyor. Minik minik ışık kümeleri, alev gibi yukarı doğru çıkıyor, gökyüzüne karışıyor, eriyor. Kimisi büyük, kimisi küçük, atmosferin sonsuz karanlığında kayboluyorlar. Ve siz, eğer şanslıysanız, bu kümeleri bir bir izlersiniz, bazen herkes uyurken, bazen adını bilmediğiniz bir başkası ile aynı anda.

Sonra işte, karların içinde, fırtınalarla inince ülkeme, her şey birdenbire küçülüyor insanın gözünde. Gittiğinle geldiğin bir oluyor, büyük annenin dediği gibi, insan kuş misali diyor kendi kendine.

Nereden nereye...





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Walking through

Kesfedilmemis Element

No Screws Loose