Dört duvar arası "otomatik"

Neden güneş gidince herkes içeri girer? Evlerin ışıklarını yakmak için can atar herkes, sanki dışarıda sokak lambası yokmuş gibi.

Sokaklar bomboş, yollar bomboş ama salonlar kalabalık. Caddeler sessiz, yollar sessiz ama salonlarda bir uğultu. Yo, tamamen yanlış anladınız bayım, amacım dışarıda sabahlamak değil. Sadece, anlamını bilmeden, nedeni üzerine hiç düşümeden otomatik yaptığımız her şeyi ayırt etmeye çalışıyorum.

Severiz, ailemizi arkadaşlarımızı. Ama herhangi bir insan, "bir yabancı" için hiç bir şey hissedemeyiz. Hissetmeli miyiz? Belki de evet. Belki de yanıt bu olmalı, ama işte, yaşadığımız yüzyılın da aldığı şey bu bizden. Güvenme, aldanma, kanma. Otomatikliğinin yanında bunlar da olsun mutlaka.

Severiz sevmesine de, birisi bizi sevmediğinde kıyamet kopar içimizde. "Neden"ler havalarda uçuşur, "nasıl sever beni"ler tüm hücrelerimizi ele alır. Ama işte, bazen öyledir. Bazen hikaye bitmesi "gerektiği" gibi bitmez. Kabullenmek zordur, çünkü düzenlenmiş, önceden dayatılmış çemberin çizgisinden çıkıyor gibi hissederiz her şeyi. Oysa ortada çember falan yoktur. Her şey, her an herkese olabilir.

Demem o ki, kafama takıldı, geçen akşam dönerken tiyatrodan, caddeler bomboş, yürüyenler eve gitmek için adımlarını iki kat daha hızlandırmışlar, etraflarına bakmadan ilerliyorlar. Neden korkuyoruz bu kadar? Birbirimizden.
Neden peki?
Nedenini biz de bilmiyoruz, ya da bilip bilip unutuyoruz, ezberleyemiyoruz.

Ya da, hayatta olmuş ve olabilecek, başımıza gelmiş veya gelebilecek şeyler gibi, bazı şeylerin nedeni yok. Ve dünya, bu yüzden adil bir yer değil.
Bazen,olumlu ya da olumsuz yönde herkesin çabasının dünyayı daha adil/ ya da daha adaletsiz bir yer yapmaya çalıştığını düşünüyorum.

Düşünüyorum ama, neden akşamları herkes evine ya da barlara, ya da daha genel tabirle, dört duvar içine kapanıyor, hala anlayabilmiş değilim...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Walking through

Kesfedilmemis Element

No Screws Loose