Sorumluluk Kabul Etmiyorum(!)

İşte, yine başladı aynı şey. Hayatın her evresinde yüzlerce kez karşılaştığım ve her seferinde ilk seferki gibi korktuğum bir zaman dilimi. İnsan, ne kadar da hızlı özüne dönebilir bilinmeyen olunca karşısındaki... Hayvani içgüdülerle, bilinmezin ve görünmezin verdiği iç ürpertisi nasıl da gerçek yaşanır insanın hayatında…
Unutuyoruz. Aslında düşünebilen canlılar olduğumuzu, düşünebilen “hayvan”lar olduğumuzu. Belki bu yüzden garip geliyor bize yaşam. Bu yüzden farklı bir noktaya oturtuyoruz benliğimizi. Korkuyorum işte, ötesi var mı ki bundan? Hayat beni yine o kendi içindeki düzensiz düzenine sürüklüyor. Güneş daha erken batacak yakında. Hayatımızın yalnızca “gece”den ibaret olduğu günler geliyor yine.
Her seferinde yeniden alışmak niye bu kadar zor ki? Kabul etmeyi reddettiğimiz için mi acaba? Geçmişe bağlı yaşamak ne kadar kötü etkiler oysa bugünü. Bunu bile bile, geçip giden yazı hatırlayıp üzülmenin anlamı ne? Kimse bilmez, bilenler de uzun ve yorucu konuşurlar, her yerde bulamazsınız onları.
Sanırım, hayatı bizim nazarımızda -küçükken ve şimdi-zor yapan o anlar, yalnızca o tempoya alışma süreçlerinden oluşuyor. Küçükken, sabahları dershaneye gitmek, cumartesi ve Pazar sabahları ıssız sokaklarda, çöpçüler ve iş yerinin demirlerini yeni kaldıranlarla arşılanlamak yolları, çok meşakkatli ve gereksiz görünürdü mesela. Sonra sonra, üniformaların ve disiplinin hüküm sürdüğü bir lise hayatı sarmaladı bizi. Ortaokul “sıkıntısı” bitmişti, ama lise de hayatımızı kurtaramıyordu işte. Bir gün, üniversitede rahata ereceğimizi sanıyorduk, ama hayat her seferinde tuş etti bizi. Üniversite de hayat en az lisedeki ve ortaokuldaki kadar zor olabilirdi.
Ne diyordum, ha tempoya giriş aşaması. İşte o sancılı dönemler, insan bünyesini oldukça büyük etkilerle de etkileyebilir, zararsız, rahat bir şekilde de akabilirdi. Belki benim bünyem ilk tercihe daha yakın olduğundan bu kadar önemsedim bu durumu-hatta şimdi-yazıya döktüm. İnsanın yazarken kendi kendini keşfetmesi çok keyifli. Bunu çok çok sonraları yakalayabilmiş olsam da, yakalamış olmaktan dolayı mutluyum.
İşte, yine başlıyoruz… Yaşam üzerine söylenmiş ve söylenecek tüm cümleleri söyledim var sayın. Herkes kendine göre söyler çünkü hayatı, kendine göre yaşar. Belki tüm anlatımlar beni anlatmaya ancak yetecektir, belki de hiç biri, benim yaşadığım “yaşam” tanımına yaklaşmamıştır bile.Böyle düşününce, yabancı öğrencilerin gelişininin ve bizlerin başka kültürlerde yaşama durumumuzun oluşturduğu “kültür şoku” eğrilerinin belki de günlük yaşamda da “inişler” ve “çıkışlar” olarak görüyoruzdur biz de.
Güzel bir şarkı var mesela bununla ilgili; “İnişlerim, çıkışlarım; o kendimden kaçışlarım, kendime geç kalışlarım..”
Kendine geç kalmak en kötüsü olsa gerek. Bugün buna benzeyen bir deneyim yaşadım, ve günümün 3//4 lük kısmı deyim yerindeyse zehir oldu. Bilmiyorum benim için doğru ve olması gereken ne, ama insan elde edemedikleri, hayal edip de yapamadıkları için şöyle veya böyle üzülüyor işte.
Neyse, özetle, hayat yine hızlı çekime sardı kendini, bundan sonra yaşanacaklardan ne ben, ne bir başkası, yalnızca kendisi ve zaman sorumludur…
Sorumluluk kabul etmiyorum(!)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Walking through

Kesfedilmemis Element

No Screws Loose