Kayıtlar

Şubat, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Envoi!

That's pretty much how things go. "In winter their lips leap In spring they lie flat at the first warmth They ruin my summer And in autumn it’s girls and a broken heart..." So the song says: "My verses stand gawping a bit I never get used to this They lived here long enough Enough! I send them out of the house I don’t wanna wait Until their toes are cold Enough! I wanna hear the humming of the sun Or that of my heart, Hardening Enough! They don’t screw classically They babble commonly And bluster nobly Enough! Enough !" http://www.youtube.com/watch?v=PJlOhi-moUE

Çamur - Hara

Resim

Öylesine

Yine bir çok şey birikti. Bir çok şey ve bir çok insan."An" ın insana getirdikleri sayfa sayfa kitaplarla anlatılamaz oldu sonunda. İnsan sustu, kelimeler konuştu. Nedir bu göreceliğin beni yiyip bitirmesi durumu? Zaman o kadar hızlı geçiyor ki yine, yetişemiyorum. Belki de ben çok yavaşım, bunu da bir değerlendirmek gerek elbette. Ama son 2-3 yıldır belirgin bir tempo artışı var hayatımda. *** Pili biten saatime pil takarken yıl ay gün ayarlarını da yaptım. Bir an 2011 e nasıl geldiğimizi düşündüm. Hatta inanamadım desem yeridir. Ama işte, burdayız yapayalnız.* Athena-Burdayız Yapayalnız.

Deja vu!

İstediğini bile bile, vazgeçmenin aklına gelmesi. Bir anlık, kocaman bir zaman dilimi. Daha önce de yaşamıştım ben bunu. Bu his öyle bir histi ki, sana ihanet etmek onun yaşam kaynağıydı. Ve her seferinde, kapılırdı birileri bu hisse. Ben de dahil. İşte şimdi, yine uzakta, yine şehir ışıklarıyla, yine tek başına. Deja vu!

Things to remember.

Resim
Checked. Kaynak:Stumble

Kağıdın öz saygısı

Küçükken annem, düz bir sayfaya yazı yazarken kenarlarında boşluk bırakmayı unuttuğum için bana kızardı. Ben de her seferinde -nedendir bilinmez- o çizgileri çizmeyi unutur, annem bana hatırlana kadar da hatırlamazdım. Yeni fark ettim. Tıpkı M.M'nin söylediği gibi. İnsanın bazı şeyleri kavrayabilmesi, kabullenebilmesi için biraz zaman gerekiyor. Belki bilmem kaç yıl bir kıvılcımın ateşlemesini bekliyorsun, o oldu mu, her şey çorap söküğü gibi oluveriyor... Demem o ki, kağıda çizdiğimiz o çizgiler, kağıdın kendisine olan öz saygısı gibiler. "Kendi ile mesafeli olmak" o çizgiler varken can buluyor kağıtta. Bırakmazsan üzülüyor, yazdıklarını da başka türlü taşıyor üzerinde. Evet, bence aynen böyle oluyor.

17 Şubat'a dair

Kaos: Karmaşık, düzgün olmayan. Sığırcıkların farklı farklı uçuşlarını görmek istiyorum. *** Bir şeyler öğrendim bugün ben. Labaratuvarda bugün Gaz Kromatografisi yaptık. Eski mi eski, adeta ben ilk bilgisayarım diye bağıran bir bilgisayarla da olsa, grafiklerin çıkışını, eğrilerin kıvrımlarını gözlemledik. Zevkli bir işti açıkçası.Her ne kadar tahmin ettiğimizden daha uzun ve yorucu olsa da, bana göre zevkli bir deney oldu. E tabi, hayat bu, her an öğrenmek, anlamak ve keşfetmek gerek. Atlas dergisinde miydi o cümle, "Yalnızca keşfetmek için bak!" hah işte, ondan yaptık birazcık da. Grafikleri çıkardıktan sonra, onları aynı scale içerisinde büyütüp küçültebiliyorduk.Yani aynı grafiği aynı datalarla olduğundan daha küçük görebiliyorduk. Ya da daha da kocaman... Asistanımızın da yardımıyla şöyle bir metafora bağladık bu durumu sonunda; hayattaki problemlerimiz de, bu grafik gibiydi. Olay, sadece bizim onları nasıl gördüğümüzde bitiyordu. Büyük resmi gö

Priscilla Ahn - Dream

Resim

Yolculuk

Yolculuğun uzunu kısası olmazmış. Yolculuk, 5 dakika da olur, 5 gün de. Öyle olunca, insan istediği hikayeyi, istediği karakter tahlilini bu iki farklı uçtan birinde-ya da arasında- yapabiliyor ister istemez. Garip bir kış günündeyiz. Kar yağıyor, dağlar karlı. Ama yem yeşil bir alandan geçiyoruz, insan bozkır bitki örtüsünde yaşadığına inanamıyor adeta. Sonra ne mi oluyor? Duuuur dur diyor bozkır, karşına neler çıkartırım ben senin daha. Bir kaç kilometre sonra, öyle kısa, öyle kuru otların olduğu yerlere geliyoruz ki, işte diyorum, benim bildiğim İç Anadolu! Bir ara uzun, grili sarılı otların saç gibi bir yöne taranmış gibi göründüğü bir yerden geçiyoruz. Kendimi, karma renkli, uzun tüylü, güvenilir bir köpeğe bakar gibi hissediyorum. Böyle bir renkte köpeğim olsaydı keşke diyorum. Merak insanın en temel duygusu ya, yanımdaki bayan kendini alamıyor beni tanımaktan, nereliyim, okuyor muyum, kaçıncı sınıfım.. Tatile geldin değil mi diyor, dinlenmeye, suya girmeye. Evet deyip geçiştirse

Bergamotlu Yeşil Çay.

Resim
Bulmuştum sonunda cevabını. Bana bakarken hissedilen şeyleri, söylenmeden yalnızca hal ve hareketlerden de olsa anlayabilmeyi bulduktan sonraydı belki, ama işte bulmuştum. Evet ,sizler neler düşündüğünü anlamaya çalışırken başkalarının, ben bir bakışta anlayabiliyorum çoğu kez. Bu birinin profilini çıkarmak, ya da kişiliğini tahmin etmek değil. Sadece "an" ın getirdiklerini görebilmek. Belki bu yüzden fazla acıyordu canım. İnadına, gördüklerimin inadına düşünmeden yaşamaya çalışmadığım için. Her küçük ayrıntıyı büyük bir konuşma -hatta çoğu kez gürültü- baloncuğuna dönüştürdüğüm için. Ama dedim ya, yazın tadını ve kokusunu bulmuştum, en güzel yazım dediğim zaman, bergamotlu yeşil çay tadında ve kokusundaydı. Diğer ayrıntıdan daha önemliydi bu ama onu da eklemek istemiştim. Bunu şimdi buraya yazmamın sebebi ise, çok da komplike ve gizemli bir nedenden ötürü değil. Sadece gerçekten yeni fark ettiğim için. *** Kokular ve sesler çok fazla şey anlam ifade ediyorlar çoğu zaman. Bir

People are strange

" [...] Belkilerle dolu hayatımda, yine bir döneme giriyorum işte. Ayın karpuz dilimi gibi batışını izledikten sonra, dediği gibi Bülent Ortaçgil'in, geri dönmek zordu bana. Belki ben, en güzel yazı geride bırakıyordum, bir şeyler gerçekten geri kalıyordu. O anın içinde bunu fark etmekse, çok zordu. Geriye dönüp baktığımda işte, görebiliyorum. Değerli hissetmenin uyuşuklığu ve kötü davranmanın vicdan azabı. İki ayrı pencereden birbirlerine bakıyorlar. Aralarında kalıyorum bense, yorgunum ve başladığım yere dönüyorum. Geçmişi karıştırıyorum, iki kötü anıyı hatırlama olasılığım, iki iyi anıyı hatırlamamdan daha yüksek artık, olasılığı tutturabiliyorum. Yaz geçiyor, sıcaklar, yollar, güneş, bulutsuzluk, nem ve dahası. Bir sahne geliyor gözümün önüne, evet bu gerçekten de en güzel yazımmış diyorum bugünden o güne. Nar suyu elimde, kumlarda, işte tam en başta dediğim gibi, ayın karpuz dilimi gibi batışını izliyorum." Rüya görmüşüm.Uyanıyorum. Yazlardan bir yaz varmış, ve beni

Gecelerden bir Gece.

"I cheated myself, Like I knew, I would, I told you, I was trouble, You know, that I'm no good."... http://www.youtube.com/watch?v=Ll7UFxqI2pM

One is the loneliest number.

Bla bla bla. Hızlı bir başlangıçla, yeni bir aya ve döneme başladım bile. Hızımı alamamamın nedeni asla şahsi bir durum değil, zira Bilkent bu, hayatı hızla yaşamayı öğreniyor insan bir andan! Herkes tatillde dinlenirken işte, tam da öyle bir zamanda, biz yine başladık koşuşturmaya. Alışmak bir şeylere hep zordur ya, belki de odur sıkan, yoran şey bizi. Anlatmak kolay değildir ya her zaman alışamadığını, o yüzdendir belki isteksizce istekli gibi görünmek. Alışılmadık şeyler oysa her yerde, her an bizimleler. Yeni bir sabaha uyandığınızda, sevdiğiniz birilerinin kaybını görmek, bir şekilde mutlu olamayan insanları, hayatının son baharındakileri, hayatta bir yere gelmeyi bekleyenleri görmek gibi, ansızın gerçekleşen ya da daha önceden de var olan durumları anlayabilmek ve anlamlandırabilmek zor olsa da, bizimleler. Bazen bazı şeylerde mantık aramamak, en mantıklısı galiba. Şu sıralar böyle düşünmekteyim en azından.