Kayıtlar

Mayıs, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bana sözcükleri ver...

Evet öyle anlar olabiliyormuş bazen. Birini özlediğin, birinden yaptığın tüm şeyler için özür dilemek istediğin, ve üzüldüğün zamanlar. Geride kalan tüm güzel günlerin hatırına, yalnızca o anları hatırlamak bir alışkanlık mı acaba? "Bazen," diyor filmde, "İnsanları cama çarpan yağmur damlalarına benzetiyorum. Kimi zaman yalnız akarken, kimi zaman bir başka damlaya karışıp daha da hızlanıyorlar. Ama, bilmiyorlar çoğu zaman, taksicinin camı ne zaman açacağını." İşte bununla tam da örtüşüyor belki söylemek istediklerim. İnsanın kendini, ve sonluluğunu unutuşu belki de her şeyi zora sokan. Bir şeylerin bitişini önceden kestirmek güç ama öyle ya da böyle, her şey bitişi tadıyor şu hayatta. Bu kısacık cümlelere bu gecenin şarkısı olsun o zaman.. http://www.dailymotion.com/video/x8g48v_nouvelle-vague-in-a-manner-of-speak_creation "... and the way that we feel might have to be sacrificed.."

Bir şeyler üzerine,bir şeyler yüzünden,H.M.D

Resim
Beni bu yazıyı yazmaya iten ne? Bilmiyorum. Sadece fazlaca etkilendiğim bir şeyi paylaşmak olabilir nedeni, ya da içinde kendi hayatımdan çok şey bulduğum bir şeyi paylaşmak olabilir. Belki ikisi de değildir, sadece yazmak istiyorumdur aklımdan geçenleri. Neyse ne, okumak isteyen devam eder. :) ---- Yaklaşık 7 yıla yakın süreden beri devam eden "House" dizisini, bir yılda tamamlayabileceğim bir devirde yaşadığım için kendimi, birazcık yorumcu havalarına sokmaya yetkin gördüm. House 7. sezon finalini bu hafta yaptı. 7 yıldır, agresif, dengesiz, ama her daim çekici ve komik bir adamın hikayelerini izliyor birçoğumuz. Her sezon sonunda olduğu gibi, bu sezon sonunda da şaşırtmayan bir garip final ortaya koymuş yapımcılar,amaçları ters köşe yatırmak mı, yoksa sadece klasik bir House macerası izletmek mi bilinmez ama... Tamam tamam, bir çokları biliyor beyfendinin mutsuzluğunun daimliğini. O hiç değişmedi, kendi iddiasının arkasında durarak. Belki de bu yüzden, yaptığı hiç bir davr

Kum Saati

Kayıp bir zaman kumsalında buldum saatimi. Unuttuğum her kelime, saatin içinde bir bir akıyordu kumlara. Önce elimden yere düşürdüm onu, Sonra camları yükseldi yerden ellerime. Tek tek, küçük küçük, parça parça ettiler ellerimi. Kırmızıydı rengi, akan damla damla, Ve kokuyordu tıpkı deniz kızlarının elleri gibi. Zamanın içinden bir zaman beğendim, En güzeli, hiç yaşanmamış değildi dedikleri gibi, İşte ellerimdeydi, o akan kırmızılığın içinde. Nasıl da göremezdi gözleri. Saatim, benim yorgun saatim, Hep yanlış zamanda uyandırdı beni, Hep yanlış zamanda düştü ellerimden yere. Belki o yüzden acıttı o küçük cam parçaları canımı o kadar çok, Ve belki de ben, O yüzden arandım durmadan, Kelimeleri bir arada tutmanın sihrini.

22 de 21.

Aslında aklımda çok daha farklı zamanlar oldu hep.Daha farklı günlere uyanmak, daha başka seslenilmek, ve başka bir sürü şey. Günler geçtikçe anladım hayatın bize göre değil kendine göre şekillendiğini. Zaman tozu, ellerimizden akarken büyüyorduk, ama tozu soludukça daha da başkalaşıyorduk, değişiyorduk. Şimdi, zamansız bir günün en başından, zamansız olup olmadığı bilinmeyecek birinin başlangıcına yeniden döndüğüm gündeyim.Doğmak, yaşama dahil olmak, bambaşka bir şey. İnsan yaşamda tattığı tüm o duygularla birlikte, önce kendinin doğumunu benimsiyor, her döngüde, sonra bir başkasının doğumunu görüyor, günbegün, yenilenişini, değişimini, devinimini... Ne kadar da olsa işte, artık yaklaşırken yolun "yarısına"(büyü de cebime sığma, evet), hala çocuk gibi hissedebilmek güzel bir şey. Polyannacılık değil bu, bir şeyleri yaşamış olmanın getirdiği his sadece. Ne kadar umutsuz olursan ol, mutlu olduğun onca anı yok sayamaz insan, saymamalı. Haksızlık yapmamalı renkli, güneşli günler

-Ye

İnsan niye bu kadar gariptir ve hayat; nasıl olup da her an bir şeyler öğretme çabası içindedir? Eskiden, daha küçükken yani, yeni maceralara atılmak hayata katılmak daha "olabilir" görünüyordu gözüme. Daha umutluydum diyemem, ama sonunu, olabilecekleri ve olmayabilecekleri düşünmeden atılabilmek, sanırım sadece o zamana özgüydü. Şimdi çok da uzak bir zamanda değilim o günlerden. Ama, atıldığım şeylerde -sonunu düşünmeden de olsa- anlık korkular yaşıyorum. Gözümde öyle büyüyor ki-oysa içindeyken ne kadar da güzeller-düşüncelere boğuluyorum. Yaşadığım sanki öncü bir deprem gibi, huzursuzluk veriyor çoğunlukla. Hayata yetişme arzusundan mı, yoksa belini yarı yarıya kırabildiğim mükemmelliyetçi yanımdan mı bilmiyorum. İçindeyken ne kadar mutlu-mutsuzsam, öncesinde o kadar huzursuz oluyorum. Böyle değildi birkaç zaman önce oysa ki, biliyorum. Daha da kötülerini yaşamıştım, daha da yıkıcı anları. Ve hiç birini düşünmeden atılmıştım yola, en ufak çekincem olmadan. Diyorum ya, bir ş

Araf

Resim
Kalbin işine bak, Yüzüne bakamaz, Ağlar durur, sen uyurken...

Olamaz mı, olabilir.

Yeni bi şeyler söylemek gelmiyor mu içimden? Yoksa hep aynı şeylerden mi bahsediyorum. Evet, bazen tam da böyle hissediyorum, aynı şeyleri, aynı kelimelerle aynı anlatımlarla ifade etmeye çalışırken buluyorum kendimi. Oysa değişmeli insan, her gördüğü, her okuduğu ile yeni bir kelime eklemeli mesela dağarcığına, sonra daha fazla yaratmalı, daha başka şeyler anlatmalı. Aynı şeyi anlatsa bile, her seferinde başka yollardan anlatmalı. Belki de bu aynılıktan, artık eskisi kadar sık yazamıyorum bir şeyler. Küçükken, günlük tutmaya başladığıma konuşmak çok daha zevkliydi sanki, yaptığım ve yapmak istediklerimi anlatmak. Şimdi, sadece günün getirdiklerini değil, zamanın kalıntılarını anlatıyorum daha çok. Bu, kumsalda yürüdükçe önüne çıkan sahildeki insanları selamlamak ve her biri adına bir şeyler karalamak gibi. Deniz de, rüzgar da yağmur da var. Yanında insanlar da var, ve bazı insanlar, hiç bir zaman yoklar. Aynı şeyleri mi yazıyorum acaba her seferinde? Kaç farklı kelime kullandığımı say

En büyük ortak bölen

Resim
Bıraktım. Saldım ipin ucunu. Uçurtma, göklere yükseldi, kontrol edebilirim gibi hissediyorum şimdilik. Korksam da, artık benim de hakkım geldi onu biraz özgür bırakmaya, biliyorum. Gecenin bir yarısında öten minik kuşların sesine bir neden bulmaya çalışmam gerekirse, kendimi dünyanın gittikçe daha kötü bir yer olmasına inandırmamla oldukça ilişkili bir durum olduğunu söyleyebilirim. Kuşların sesleri şahane elbette, ama gecenin bir yarısı, hafif sisli bahar sabahlarındaki gibi bik bik öten kuşların sesleri, beni ürkütmedi desem yalan olur. Aslında dün gece yarısı, daha mantıklı bir açıklama bulabilirdim belki yatarken. Ama işte, unuttum gitti şimdi, şu an ki kırıntılarıyla yetinmek zorundayız aklımın. -*- Evet, bu arada, dünyanın gittikçe daha kötüye gittiğini düşünüyorum son zamanlarda. İnsanlar gittikçe daha tahammülsüz, içine kapanık ve birbirlerinden korkar hale geliyorlar. Yaşadığımız çağ, zaten içindekileri yutmaya çok elverişli iken, "gerçekten" nefes al

Hepsi bir ya sonunda!

"Tek başımayım;güzel değil bu Hiç özlememişim kendimi Rutubetinden şişmiş kalbim Artık açılmıyor bir türlü.." Hayat unutursak varmış, böyle öğrenmesek de doğuştan, birileri bir şeyler öğretti hayatta. Ne garip ki, birisi bir gün oturup bir şeyler karalıyor ve sonra 3000-4000 başka insan tek bir ağızdan bağırıyor yazdıklarını, geri söylüyorlar ona. Yazdıklarını milyonlarca kez duymak istemesinden başka kabaca bir açıklaması olamaz olayın.Ama işin duygusal boyutunda, söylediği her cümleyi o kadar çok insanın da aynı şekilde hissetmesi yatıyor sanıyorum ki. Peki herkes farklı algılarken dünyayı, nasıl oluyor da böyle bir düşünebiliyor insanlar? İnsanlar, çeşitli bir çok şeyin peşinde binlerce, milyonlarca türe ayrılmışken, nasıl da bir ağızdan söyleyebiliyorlar, çok ilginç geliyor bana. Ruhun gıdası diyenler varmış ya hani, nam-ı diğer, atalarımız. Bazen öylesine lafı gediğine oturtumuşlar ki, insan her tecrübeleyişinde yeniden şaşırıyor bazı cümlelerin gerçek payına. İşte geçe