Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Persona gone missing

Asla olması gereken zamanda olmuyor. Ya da belki de, asla olması gereken bir zaman olmuyor. O kadar dağınık geliyorlar ki, o kadar karmaşık ve aslında ne kadar da anlaşılabilir. Çözülemez sandıklarımız kadar zor, ama bir anda kavradığımız her şey kadar da bizi üzen. Bir şeyi anlamak için verilen çaba ne kadar değerlidir oysa ki. Eninde sonunda hep güzel şeyler anlamak isteriz, eninde sonunda güzel sonuçlar elde etmek, eninde sonunda. Mutlu olmak? Ama galiba, yaşadıklarımız, nefes aldıklarımız nasıl farklıysa, düşüncelerimiz de öyle evrilir, ve bazen bulduğumuz cevaplar bizi mutlu etmeye yetmez. Aslında sadece o cevaba giden, bizi kendimizle yüzleştiren, bizi dertlerimizden uzaklaştıran o küçük anlara asılıdır ruhumuz. Geri kalan her şey, tüm çözümler ve tüm bitişler birer hayal kırıklığıdır çoğu zaman. Diyorum ya size, geldiği anda yazabilmek, geldiği anda dile dökebilmek olsa keşke, ama olmuyor. Biriktirdeklimi ayıklayamıyorum çoğu zaman, çok çalışmaktan, çok karıştırmaktan darm

Newton'un 1. yasası ya da gece yarısı aklıma gelenler

En son ne zaman saçlarımızla oynadı birileri? Huzurlu bir şekilde geceyi, köpeklerin karanlıkta gördüğü karaltılara bitmek bilmeyen haykırışlarını dinleyerek, sadece ve sadece dinleyerek, “eylemsiz”liğimizi konuşturarak en son ne zaman harcadık bir geceyi? Her şey o kadar hızlı ki. Yemeklerimiz hızlı, yollar hızlı, bilgi hızlı. Alkol bile kana daha hızlı karışıyor sanki eskisinden. Her gün yaşadığımız minik şaşkınlıklarla bünyemize biraz daha aşılıyoruz kabullenmeyi. Dünyanın en zor şeylerinden birisidir, öyle burun kıvırmayın hemen. Değiştiremeyeceklerimizi, dönüştüremeyeceklerimizi ve kaybetmek zorunda olduklarımızı kabullenebilmek. Her şey gibi, bunu da hızlıca yaşıyoruz galiba, ya da yaşadığımızı sanarak yanılsıyoruz. Birinin kucağına uzanıp karıştırılan saçların ağırlaştırdığı zaman da, sadece okuduğumuz kitabın bilmem kaçıncı sayfasında, ya da izlediğimiz filmin kritik konuşmalar geçen duygusal anlarında asılı kalıyor galiba. Böyle bir zamanda eskiden kalma bir şeyler beklem

La Fa La Sol

"Beni anlamadın ya, ben ona yanıyorum!" Hiç bir şeye değil, sadece ona. Sadece ona, beni anlamadığına. Dur bir dakika, hiç anlamak istememiş olabilir misin ? Yapılan onca fedakarlık ve onca güzellik havada asılı şimdi... Ama sen, beni en çok tanıyan ve seven(?), beni anlamadın ya, ben ona yanıyorum. Haydi kabul edelim, bilmem kaç kez anlaşıldığımızı sanmıştık. Gözlerde gördüğümüz o ışık, gecenin bir yarısı söylenen "Seni seviyorum"lar  ve gülümseten daha nice küçük ayrıntı. Tarifsiz acılarımızın sonuna geldiğimize inanmıştık işte tam da o anlarda. Yalnızlığımızın son bulmasından öte, hayata verdiğimiz anlamın ve yarattığımız dünyanın tek olmadığını görmüştük. Ne kadar da güçlü hisstemiştik kendimizi, hayatta olmak böyle bir şey galiba demiştik, öyle değil mi? Sonra ne mi oldu? Bir ampülün yere hızlıca düşüşünü hayal edebilir misiniz? İncecik cam kırıkları arasında koşarken, canımız yanmasın diye bekledik ama nafile. Yaşadığımız hayal kırıklığının bir p

Dead And Lovely

Nesin sen? Kimin kırdığı kalpsin? Kaçıncı kez hissediyorsun bu uçurumdan düşme hissini? Kimi arzuluyorsun tam şu anda? Kimin elleri ellerinde olsun isterdin? O bunu bilse bir şey değişir miydi? Öyle mi? Demek biliyor... Ne tuhaf. Kaçıncı kez incindin peki, hatırlıyor musun? Kaç kez daha olacak bilemezsin, evet. Ama yaşamak zorundasın, kesinlikle. Dur bir dakika, ellerin ne küçük. Hangi renk ojen? En sevdiğin renk yok mu? Garip. Herkesin en sevdiği renk vardır. Yarattığın şeylere dönüp ne kadar bakıyorsun? Yeniden kestiğin bir tişörte, hazırladığın bir kutuya, doldurduğun bir deftere? Hiç mi? Bence geriye dönüp bakmalısın. İnsan ne hissettiğini o anda çabuk unutuyor sanırım. Bir süre sonra  garipsiyor kendini, geçmişteki halini. Ama hisseden de sendin öyle değil mi? Uzun uzun yazmıştın hatta, eve gelir gelmez. Zor muydu? Biraz. Geçti mi? Belki. Ona okutsaydın belki çok daha kötü olacaktın, ama kendine sakladın. Şimdi, içinde bir yerlerde, hala kendinle mücadele ediyorsun. Kendine ı

Penc-e-re

" "Bak" dedi, "Pencere "penc" ve "re" kelimelerinden oluşuyor. "Penc" şu tavladaki sayı, yani beş demek, "re" ise yol demektir. Burayı, şu dört duvarı düşün. Hangi tarafa gitsen yol kapalı. Pencere de bu dört duvarın arasında açılan beşinci yoldur, unutma." dedi." Murat Özyaşar, Ayna Çarpması.

Hayalgücünden-

Az sonra okuyacaklarınızın gerçek kişi veya yaşananlarla ilgisi bulunmamaktadır. ----- "Hikayeler, anılardan doğar. Güzel hikayeler genelde güzel anlardan doğar elbette, ama önemli olan gözyaşları olsa da, yaşanılanın güzel aktarılabilmesidir. "Midesinin tam altındaki bölgeye garip bir his oturmuştu. Sanki yüzerken ayağını sert bir yüzeye koymak istediğinde ama suyun çok derin olduğunu ve bunu yapamayacağını fark ettiğin andaki gibi bir his." Julia Gregson, East of the Sun. Şimdi, elimde çayım uzanmış camdan bakarken, tam da böyle hissediyordum. Daha bir saat bile olmamıştı tren kalkalı ve ben bu alıntıyı eve dönüş yolunda tesadüfen keşfetmiştim. Anın geçiciliğinin ne kadar önemli ve bir o kadar da önemsiz olduğunu bir kez daha idrak ediyordum düşündükçe. Bazı insanlar karşısındakileri içselleştirmede ve kabullenmede diğerlerine göre çok daha hızlı aşamalarla ilerliyorlardı. Elimde bir de kitap var, okumaya başlayacağım. Diyorum ki, oturayım da yazayı

Sihir

Resim
Bir sihir veriliyor biz insanoğluna, bilmem kaç yüzyıl önce. Bir sihir, ne olduğu bazen anlaşılan bazen anlaşılmayan, içinden ve dışından, uzunundan-kısasından, tesadüfleri ve ilmek ilmek işlenen planlarıyla. Bir sihir ama bir de akıl var bunun yanında. Sonra nefis var, günahlar var.  Hayır, cennete ya da cehenneme götüreceği söylenen türden günahlar değil, burada tam da yeryüzünde var olan ve ceremesini yeryüzünde çektiğimiz günahlar. Bizim işlediklerimiz ve bize işlenenler. Sihri biliyoruz, ama bu günahlar bir kez bozmuş onu, belki bir zamanlar var olmuş, ya da bizim o sihri anlamlı kılmak için uydurduğumuz ve hiç var olmamış bir şeyi, yeryüzündeki tüm canlılar için var olabilecek adil bir hayatı yok etmiş. Oysa insan, bir sene evinde yaşadığı, aynı evi paylaştığı ama aynı kanı aynı dini aynı ırkı taşımadığı birine kardeşim diyebilen bir varlık. Oysa insan, binlerce kilometre ötede, bambaşka dünyalara sahip, bambaşka diller konuşan insanlara evini açabilir, burası senin 2.

-Kendi Evimde (lalala) Deplasmandayım-

Resim
-Kendi evimde la la la deplasmandayım, bu çok acı bir şey bilmem nasıl anlatayım.-

Kül

İrili ufaklı küller dökülüyor üzerimize asla tutamayacağımız, gözlerimize zulm eden alevler var masmavi gökyüzünde. iyi ki diyebildiğimiz tek şey, dünyanın da yaşlanıyor oluşu, bir gün hepsi bitecek nasılsa- diğer tüm her şey- ve insanın şu hep yok etme arzusu. İrili ufaklı dökülüyor üzerimize, keşke sadece mermiler olsaydı- asla geri döndüremeyeceğimiz, ama bir çığ gibi yükselen, ruhlar, mavi gökyüzünde. iyi ki diyebildiğimiz tek şey, bir gün çekip gidecek olmak bu zırvalıktan ta ki o güne dek- hep insanca olsa keşke yaşamak, İnsanca olsa ölebilmek.

Bir müddet sonra-

Bekliyorsun işte, beklemekten başka ne yapabilirsin ki bazen?  Bir şeylerin yoluna girmesini, ellerinden akıp giderken kabullenmeyi, yapabileceklerini ve asla kontrol edemeyeceklerini keşfediyorsun bu yolculukta. Bazıları geliyor ve başka bir fikir filizleniyor aklında, eğer işlevsel değilse giderken götürmelerini umuyorsun, eğer akla uygunsa, o bazıları gitseler bile sen büyütüyorsun o filizi.  Böyle böyle büyüyorsun işte, büyümekten başka ne yapabilirsin ki bazen? Acı çekmeyi, üzülmeyi kim ister şu hayatta, her geçen günle bir şeyler taşırken gelecek zamana, bir şeyler düşüyor ellerimizden, başka bir şeyler yakalayabilelim diye.  Arkana bakma diyorlar, düşürdüklerin genellikle geri gelmez. Başını zoraki önüne çevirmeye çalışıyorsun ama, ya yanında yürüyenler? Zaman akıveriyor ve her gün birbirinin aynısıymış gibi gelirken bazen, kendini bambaşka biri olarak görüyorsun bir sabah aynada. Değişiyorsun işte, değişmekten başka ne yapılabilir ki zaten? Evrilmek doğanın nefes