Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yunus

Sormuşlar Derviş’e, Hayat nedir? Demiş ki Derviş; Hayat gelip geçen bir gölgedir, hayat bilmecedir. Attığın her adım bir hece,çözene gündüz, çözmeyene gece. Peki sevgi nedir? Derviş; Gönül sevdiğini bulmuş ise başkasını anar mı hiç. BEN ve SEN gafletini aşıp BİZ olanların rızkıdır AŞK… Tekrar sorarlar, bu şiirleri nasıl yazıyorsun böyle..? Derviş cevap verir; Aklımda sevdiğim olunca kelimeler gökten düşüyor yüreğime. Evreni tanımak istiyorsan onu yeniden içinde kurman gerek, Yûnus gibi…

Dönemeç

Günlerdir, hatta aylardır, aklımda oluşan sorulara cevap vermeye çalışıyorum. Sanırım bu yüzden de ne yazmak için aklımı toplayabiliyorum, ne de o hevesi arıyorum içimdeki. İnsanın hayatında dönüm noktaları vardır, bir şeylerin artık tamamen farklı olmaya başlayacağını anladığımız, ama sadece anladığımız, yaşamadığımız anlar. O anlardan ilkini yaşadığım günü hala hatırlarım mesela. Liseyi bitirmeme az zaman kalmış, bir yıllığına gideceğim ülke belli olmuştu. Üzerine bir de abimin Lüksemburg'tan iş teklifi aldığını öğrenmiştik; tam da aynı zamanlarda. Karar onlarındı elbette, ama abim bir gün telefonu açıp annemlere oraya yerleşmeye karar verdiklerini söylediği anda, her şeyin bir çorap söküğü gibi aklımdan geçişini, camın karşısına geçip uzaklara bakarken ağlayışımı hiç unutamam. O güne kadar olan ilk gençlik yıllarımın, o günden sonra farklı bir yola saptığını işte o anda idrak edebilmiştim. Epey ağlamıştım o gün. Ama ondan sonrasında olacakları, hayatımızın bir ay, bir döne...

Kahverengi yaprak

Bir şeyi nasıl yaşamak istediğimizle nasıl yaşadığımız aslında çok farklı şeylermiş kahverengi yaprak. Ne yapmak, ne görmek ve işitmek istediğimiz yalnızca birer andan ibaret. Oysa nasıl yaşadığımız, nasıl sevip nasıl sevildiğimiz hayatımızı oluşturan- yani süreç dediğimiz o uzun zaman dilimi. Sanırım hiç kimse aynı şekilde yaşamıyor bu süreci, ister istemez benzerlikler vardır elbette, ki hayatlarımız bir noktada kesişebilsin. Ancak bana öyle geliyor ki, karşıtlıkların ateşini körükleyen de bu bir şeyi farklı algılayış ve yaşayış biçimleri. Yok, yanlış ya da doğrusu elbette yok, mesele sana en benzer şekilde söyleyeni, en benzer şekilde işleyeni tutabilmek yanında. Aynı notadan girebilmek, aynı şekilde hecelemek. Farklı yaşadığını fark edebilenlere ve birbirinin yaşamını sürdürme şekline, geçtiği yollara, seçtiği insanlara her şekilde eyvallah diyebilmek ne kadar hafifletici olmalı şu hayatta! Bunu yapabilmeyi öyle isterdim ki kahverengi yaprak,birilerinin yaşamına saygısızlı...

Sancılı Bir Gün

Bir şeyler yazmaya başlamak için önce bir cümle bulmak gerekir. Ve zaman sonbahar aylarından birinde asılıysa şayet, etrafa bakıp ağaçlardan, kokulardan, dökülen yapraklardan ve uzayan gecelerden ilham almak çok kolaydır aslında. İnsanlar niye bu kadar yorgunlar? Niye geçmiyor bu üzerimizdeki bitkinlik? Hep bir yerlere yetişiyoruz, uzak yakın, isteyerek, istemeyerek, koşa koşa giderek, sürüklene sürüklene dönerek. Yediklerimizi, içtiklerimizi tüketir gibi tüketiyoruz zamanı, o akarken bir de biz çeviriyoruz başını aşağı doğru. ----- Bir insanla anlaşamadığımızı anlatan anlar vardır ya, işte o anlarda, kabulleniş ve arkasından gelen umursamazlık aslında ne kadar da rahatlatıcıdır. Anlarız ki onunla anlaşmak, aynı pencereden bakabilmek imkansız. Uğraşmak anlamsız, mücadele yersiz. Kendimizi rahat hissederiz, çünkü hemen hemen eminizdir. Bir de anlaşabildiğimizi bildiğimiz, ama zaman zaman çok farklı düşündüğümüzü idrak ettiklerimiz vardır. Onlar daha çok yakıyorlar sanırım canımı....

Eylül

 Sevgilim, işte eylül,  Ve işte senin usul usul seğiren yüzün.  Zaman ki sonsuzdur,  Bitmemiş şiirler gibidir.  Bazı hüzünleri,  Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.  Biz ki zamanı tırnak arasına alıp yaşadık  (isteğin bulanık kıyısında)Bundan değil midir bizim aşkımızda,  Sürekli bir akşam hüznü vardır.  -İlhan Berk -

Sonnet XVII

"I love you without knowing how,or when,or from where I love you straightforwardly, without complexities or pride; so I love you because I know no other way than this: where I does not exist, nor you so close that your hand on my chest in my hand, so close that your eyes close as I fall asleep." Sonnet XVII Pablo Neruda

Ara söz

Ne zamandı hatırlamıyorum; - H avada bulut yokken, dünyanın döndüğünü anlamak ne kadar zordur. Oysa bulutlar varken, birini takip etmek bile yeter. Durağın demirlerine yaslanmış servisi beklerken, başımı kaldırdığımda beni karşılayan manzaraya verdiğim ilk tepkiydi bu. Sonra,o anda diğer insanların ne düşünüyor olabileceğini tahmin etmeye çalıştım. Böyle pek de önemi olmayan, ama ayrıntılarla dolu düşüncelere kapılıp kapılmadıklarını merak ettim benim gibi. Düşünmenin sınırı yoktu ne de olsa. O güne kadar düşünülmüş tüm kıyı bucak düşünceleri hayal etmeye çalıştım. Biraz sonra servis geldi. B iriyle anlaşmanın bin bir türlü hali var. İsmin halleri gibi. Kimileri huzurla karşılar varlığını, kimileri telaşla. Biz nasıl bir bünyedeyiz evvela bu da önemli. Yolda giderken işte tam da bunları düşünüyordum. Servis hızla ayrılıyordu ve tam o sırada insan kalabalığının arasına karışıyorduk; bir servis dolusu insan daha.Huzurla anlaşabildiklerimi düşündüm. Neşeyle ve coşkuyla anlaşabi...

Dönüş - 2

Yıllar önce duyduğun sesleri, kelimeleri kokuları ve yer taşlarını, koltukları, köprüleri ve evleri tekrar görmek. Değişip büyüdükten, kendini biraz daha anladıktan sonra geri dönmek. Bunlar belki hep böyle devam edecek,Buraya her gelişimde,  o uzun uzun geçen 11 ayı hatırlayacağım. Hiçbir turistin, hiç bir ev sahibinin hissetmeyeceği şekilde. Ve belki de kendimi her seferinde daha da iyi tanıdığımı zannedeceğim. Oysa yapabileceklerimizin sınırı çizili değildir. Biz hayatla el ele verip belirleriz bu çizgileri. O yüzdendir ki, asla bitmeyen bir yolculuktur içimizdeki. Sanırım ikisinin kesişimi yıllar geçtikçe arttığı için, kendimi daha iyi hissediyorum her gelişimde. Ankara'nın ışıkları beni nasıl karşılıyorsa, Belçika'nın tarlaları, küçük, yan yana dizilmiş evleri de beni öyle karşılıyor çünkü.Ben onları her zaman göremiyorum ama onlar her geldiğimde geçmişimi hatırlatıyorlar bana. "Hayat kısa, kuşlar uçuyor.."* 19.07.2013 *Cemal Süreya

Ses

---3 Konuşmak güzeldi, iç seslerimizle, dış seslerimiz bir şeyleri saklıyordu çünkü. Biz "iç" sesimizi dinlerken daha çok bizdik. Sen bana bir gelsen ben sana on giderdim. Gelirdin de oysa ki ama işte gidişler vardı hep aklımda. Yaşamak deneyimlerle şekillenirdi ya zaten, o yüzden ben yine hep üzülen, o çatırdama sesini ilk duyan, unutulan olurdum. Şimdi kendimi ilk kez bu kadar bırakmışken bir şeylere, bilmiyorum ne olacak. Ya da biliyorum ama unutuyorum. Pardon, hatırlamıyorum, hatırlamamak unutmaktan daha kolaydı, bir filmde duymuştum. 19.07.2013

Soru

---3 Bir insanı sevmek ve onunla anlaşmak için ortak noktalar mı , onunla ayrı düşülen noktalar mı ön plandadır? Bu sorununun doğru cevabınının olmadığına emin gibiyim. Edebiyat derslerinde " Doğru cevap yok, yorumlamanız yeterli" denen sorulardan bu da. Ama işte anlamaya çalışıyorum, hangisi ağır basıyor, hangisi önemli... 19.07.2013

Trende

--2 Yalnızca kendi dünyanın en büyüğü olmadığını anlamak için çıkmak gerek yaşadığın şehirden. Başka şehirler, seni aynı hikayeyi çok farklı bir şekilde yaşayan, aynı dili konuştuğun insanlara götürür. Başka ülkelerse, sadece insan olmanın temel özelliklerini paylaştığın, hayatı tamamen/ kısmen farklı algılayan, farklı dili konuşan insanları anlamana yardımcı olur. İnsan olmanın temel özellikleri, en yalın, en salt haliyle yaşamak, yemek içmek,sevmek özlemek, gülmek,ağlamak ve ölüm ve diğer insana dair duygular... Oysa-biz kabul etmesek de- yalnızca biz varız sanıyoruz çoğu zaman. Dünyamız büyükçe, sorunlarımız da büyüyor. İşte sırf bu yüzden, bazen kalkıp gitmek gerek yaşadığın şehirden. 19.07.2013

Dönüş -1

Gitmek, dolaylı ya da doğrudan kendini ve bilmediklerini tanımaya yardımcı olur. Her yolculuk ister gitmek istemeyin, ister koşa koşa gidin, biraz kendimize de yapılır. Attention Please, THY'nin 2013 sefer sayılı uçağına hoş geldiniz diye başlıyor anons... --- 1* Bu sabah telefonumda 3 cevapsız arama, 1 mesaj ve 34 watsap mesajı ile uyandım. Gece beklemiş, gelirsin de son bir kez sohbet ederiz diye ümit etmiştim. Unutmaya, daha doğrusu hatırlamak istememeye öyle meyilliyiz ki, işler yolunda gitmediğinde, önceki şanssızlıklarımızı çoktan hafızamızdan silmiş oluyoruz. İşte ben de ümit etmiştim ama, şans bu ya, işler yine yolunda gitmemişti. -- 1** Ve biz, ben her umutsuzluğa kapıldığımda yeniden konuştuk, gerçekten içindeydik, uzaktaydık ama yine de devam ediyorduk. Duygular bir engele rastlayınca galiba insan daha çok kullanıyor yazma eylemini. Ya da hep yaşanmamışlıklar, acılar  ve umut edişler yazdırıyor insana. Çünkü mutlu anlar zaten yaşanarak yazılıyorlar hayat...

Hello World

O kadar çok cümle es geçtim ki bu güne kadar, bugün bu yazıyı yazana kadar. Bazen hiç beklemediğim bir anda geldi kelimeler dilimin ucuna. İnsanın bir not defteri olmalı ruhunda, elinde taşırsa kaybolur diye, ama işte, yapamadım. Yollardan, uzaklıklardan dolayı mı bilinmez,hepsi geldi geçti zihnimden sadece. Belki zamanla hepsini toparlar, adam akıllı bir şeyler yazarım. Uzun yolculuklar ne kadar şey katıp ne kadar şey götürüyor bizden.Yazılar, ya da aklımıza dökülenler birer tanığı sadece o anların. Onları tutabilirsek ne mutlu biz her şeyi tutmak saklamak isteyen insanoğluna.

İlhan'ın anısına türkü

Senli benli buğday çocuk Nerden başlasam bilemiyorum Taşıtlar seçenek değil artık Ayrıca cesaretim de yok Bir bardak su içsem şimdi Yaralarımdan dökülür Gün ki yıkımlar günüdür Boştur ne söylesem şimdi Birini görüyorum kalabalıkta O adam işte sana benziyor Ama sana nasıl da benziyor Binlerce adam kalabalıkta O'sun sen yürüyüp gidiyorsun Parmağında küçük bir zincir Bıyıkların yazgı gibidir Dolmuştan indin gidiyorsun Anıştırır yüzleri aşklar Belirsizdir o mu değil mi Ama orda kalmaz acılarınki Değiştirir her şeyi, o kılar Şimdi bir parçasısın artık Ekmeğin Ankara'nın Türkçenin Gurbet ezgilerinin her şeyin Eşi küçüğü kendisisin artık Cemal Süreya

-Tirelerin hikayesi

-Hiç başlamamış ve dolayısı ile tamamlanamamış diyorlar- Yeni bir yol belirmişti önünde. Geride bıraktığı tüm yollardan sonra, karanlık bir ormandan dönen ince patika, ayaklarının önünde duruyordu. İsteseydi o yolu seçebilirdi. En azından yürümüş, nereye gideceğini görmüş olurdu. Ama o kadar yorulmuştu ki geçmişteki yürüdüğü yollardan, o kadar çok kez kaybolup yeniden bulmuştu ki yolunu, çok yorulmuştu artık.  En iyisi, bu ince patikada öylece beklemek, birinin gelip doğru yolun hangi tarafta olduğunu söylemesini ummaktı. Yorgunluğu o anda o kadar yoğun hissediyordu ki,orada saatlerce ya da günlerce bekleyebilirdi. Nitekim öyle de oldu. -Öylesine okuyunca anlarsınız diyorlar-

Kendimize Rağmen

Yalnızlık ve boşluğun içinde bir yuvarlanış benimkisi. Her seferinde kendimi asla tahmin etmeyeceğim ruh hallerinin tam ortasında, hem de hep en beklemediğim zamanlarda bulmak.  Gelişini bildiğiniz şeyi nasıl durduramazsınız, siz insanlar bu kadar akılsız mısınız? Sorular sormaktan bıkmadım, evet. Kaybetmekten kaç kere yorgun düştüm ama. Yenilmenin tadını gördüm, yenilmekle övündüm. Şimdi garip bir rüzgâr üfürüyor ruhuma bir yerlerden. Kalbimin camı açık mı kaldı? Bilmiyorsan sus, git başımdan. Ruhumsa eğer bunların tüm suçlusu, üflesem geçer mi ona? Yazmak; yaralarımı iyileştiren. Yazmak; iyi gelen. Hep istediğim ancak ucunu ancak karanlık zamanlarda görebildiğim kelimeler. Biliyorum, bir gün tüm bunları toplayıp güleceğim. Kahkahalarla ,tek tek güleceğim. Sonra birden ağlayacağım. İşte o zaman işe yarayacak yazdıklarım. İşte o zaman belki de kendimi bulacağım. "Kişiliğin bulunması uzun zaman alır" dedi bir yönetmen.  "Ve insan, kendine rağmen yaşamama...

Senin İçin. Şöyle başlıyor.

"Senin için. Şöyle başlıyor: Sevdiğim kim varsa, kendim de dahil, sevebileceğim herkes de dahil.. Sağlığı iyi olsun. Kalbi ritmini çalsın. Yanakları kiraz pembesi, dudakları bal olsun. Teni sıcak kalsın, enerjisi dışına taşsın. Ciğerlerinden nefes, midesinden gurultu, bacaklarından güç eksik olmasın. Kanı bol olsun, damarlarında dönüp dönüp dolaşsın. Sevdikleriyle bir arada olsun. Kolu kollarına değsin, gözü gözlerinin içine baksın. Lafları birbiriyle başlasın. Nesi varsa, bölüşecek biri olsun; nesi yoksa, bulup getirecek biri olsun. Bu birileri az ama öz olsun. Bazıları dünyada tek olsun. Sevgisinin tamamını harcasın. Harcasın ki, ona büyük bir miras kalsın. Sevmekten bıkıp usanmayacağı biri olsun. Onun yeri ayrı olsun. Onu soysun, başucuna koysun ama yalan uyandırmasın. O her şeyine, her haline tanık olsun. Duyguların hepsi onda olsun. Kalbi buna teslim olsun.Bütün şarkılar onu anlatsın. Aşık olsun, sırılsıklam olsun. Kurumasın. Yapmaktan bıkıp usanmayacağı bir işi ols...

Bahar

Bilmediğim bir şeyler var havada. Asla anlayamadığım ve anlamaya çalışırken büyüdüğüm. Hayat adil değil,en azından bunu biliyorum. Biliyorum da, her seferinde adalet bekliyorum. Denge bekliyorum, bir şeylerin belirli bir şekilde gitmesini bekliyorum. Çok fazla ümitleniyorum. Umut bir hastalığa dönüşebiliyor bazen, korkuyorum. Kokular nasıl da etkiliyor bizi.. Sesler nasıl da etkiliyor.Kuşların sesi baharda nasıl tanıdık oluyor da, kışın şaşırtıyor insanı. Ve ister istemez, geçmiş günlerden birini seçiyorsun, bugün öyle gibi oldu diyorsun,sonra şu günkü gibi koktu, ve kuşlar o gün de böyle ötmüşlerdi. Sadece insanlar değişiyor sanki. Sadece düşünceler ve bakış açıları değişiyor. Empati kurabilenler değişiyor. Bilince insan karşındaki ne hisseder, işte ancak o zaman tanıyor kendisini. Hayatıma böyle şeylerle değişebildiğim ve empati kurabildiğim insanlar girdikçe daha da huzur duyuyorum.Öyle ki yaşamak sanki böyle anların toplamıymış gibi geliyor bana. Adaletsizliği unuttuğum za...

İyilik Sağlık

Ellerim soğuk. Alnım ateşler içinde. Kelimeleri toparlamak zor yani, parmaklarımın ucunda oynatabilmek çok güç. Bulutlara bakıyorum, bembeyaz kar küresi gibi yükseliyorlar tepemde. Bir kuş geçiyor, martı değil kesinlikle, kırlangıç ya da güvercin. Süzülüyor beyazlıklar içinde. O biliyor neler döndüğünü bulutların içinde. Öyle ki sanki kardan ilk kez gerçekten ayakkabının bıraktığı iz gibi bir iz bırakacak neredeyse. 2 tane parantez.           Mahallenin taksisi dönüyor işte köşeden şimdi de. Ezan okunmaya başlandı bile, artık herkes yavaştan geçiyor evine. Birileri arabaya biniyor, köşede park etmiş arabaya çarptı çarpacak, içinden kesin küfrediyordur neden burada bıraktın bunu be adam diye. Ya da umursamaz, yetişmek zorunda olduğu yeri, kişiyi, an ı düşünüyordur. Sonra bakkalın oradan bir anne ile bir çocuğu dönüyor. Annenin bir elinde ekmeği, bir elinde oğlu sessizce yürüyorlar evlerine. Çok zaman geçmiyor tahmin ettiğim şeyi yapıyor anne, tahmin etmediğ...

Ruhunuza Dokunan İnsanlar

Ruhunuza dokunan insanlar olmalı hayatınızda. Hayır, sizinle aynı şeyleri okuyan, aynı şeyleri izleyen birinden bahsetmiyorum. Bahsettiğim şey, sevdiğiniz rengi sevmesinden de daha öte. Ruhunuzu gerçek anlamıyla okşayabilen, şevkatle anlamaya çalışan insanlarla olmalısınız. Zira herkes, kendi küçük dünyasında tanınmayı bekleyen artist olma çabasındaki genç ruhlar gibi. Ve inkar etsek de, birilerini tanımanın en güzel yanı kendimizi de her seferinde yeniden anlatıyor oluşumuz. Anlatırken öğrenmemiz, derin bir perspektifle kendimize bakabilmemiz. Tanıdıkça, empati kurdukça daha da güzel hayat. Anlamlandırmaya çalışmakla, kafa yormakla daha güzel. Ortak şeylere ağlamakla, gülebilmekle, ve hatta isyan edebilmekle güzel. O yüzdendir ki işte, ruhları okşamak mühim bir iş. Maalesef herkesin yapamadığı, ama bir kez yaşandı mı herkesin özendiği bir şey. Keşke bizlere küçükken böyle şeyler öğretilse. Empati olsa mesela bir ders, düşünmenin yolları olsa... Ütopyalar güzel.

Tatlı Rüyalar

Rüyalarımız gerçekten tatlı olabilir mi, hiç düşündünüz mü? Kocaman bir dondurma yesek mesela, ya da fıstıklı bir çikolata. Tatlı hisseder miyiz, rüyamıza tatlıydı diyebilir miyiz? Uykunun bizi alıp götürdüğü, tüm şehrin ateş böcekleri gibi yanıp söndüğü her gece dilenen bir temenni bu oysa. Herkes birbirinin öyle güzel rüyalar görmesini istiyor ki, bu dilekleri söylemeden uykuya yollarsa öyle olmayacağını düşünüyor. Oysa rüyalar tatlı olmadan da güzel. Ve maalesef, bazıları tatlıyı sevmiyor. Rüyaların tatlı ekşi olsun deseler mesela, benim için daha güzel, içinde ekşinin gizemini barındıran, ama tatlıya sırtımı dayanarak gözlerimi güvenle kapatabileceğimi bildiğim bir dilek. Yoksa değil mi? Uyumadan bilemeyiz. Her şeyin öncesinde rüyalarımızın gerçekten tadı olabilir mi yi düşünmek gerek sanki. Ya da duygularımızı tatlarla eşleştirmek... Korkular acıyla, komiklikler tatlıyla eşleşsin mesela. Gecenin bir yarısı, yatakta gözlerimizi açınca ağzımızda güzel bir tatla uyanalım o z...

Kelimelerin Şerefine

Uzun zamandır söylemek istediklerimi erteliyormuş gibi bir his vardı içimde. Ne söylemek, ne anlatmak istediğimi çok bildiğimden değil ama, sırf anlamlı cümleler kurabilme isteğimle dilediğimce yazmak arasında bocaladığımdandı sanırım.    Yıllar önce çok uzakta görünen bir yolun tam da sonlarına yaklaşıyorum. Beklediğimizle yaşadıklarımızın ne kadar farklı olduğunu ve  bundan sonrası için hayal ettiklerimizin de gelecekte yaşayacaklarımız için asla bir garanti oluşturmadığını görmek ne kadar güvensiz bir his oysa. Hayatımızın iplerini yavaş yavaş kendi ellerimize aldığımızı düşünürken(!), unuttuğumuz, sorumluluğundan kaçmaya çalıştığımız, eskittiğimiz tüm şeyler bir bir karşımızda, gittikçe dikleşen bir yokuşun belirli aşamalarında bizlerle yüzleşmeyi bekliyor. Tüm bunların farkında olarak bile, hala yeni şeyler denemeye, yeni sorumluluklar almaya, ve en çok da, küçükken bu günleri özlemle bekleyen halime biraz olsun üzülmeye devam ediyorum. Ya da ediyoruz. Ama ne ironi...

Mor

Sana söylemek istediklerimi uzun uzun anlatmak istiyorum. Kısa cümlelerle değil, ilk kez dinleyen, kelimeleri ilk kez duyacak birinin hassaslığıyla. Kelimeleri seversin sen de, biliyorum. Karşı karşıya oturduğumuz yeşil çimenlerin üzerinde anlatmak istiyorum hepsini. Sabahları serin, öğle üzerleri hafif bulutlu günlerden birinde. Tanımak nedir? Kendini tanımak ne zaman mümkündür? Tanıdığını sanarsın sadece, uzun bir yoldur kendini anlamak. O uzun yolun neresindeyim? Yolun neresindesin? Güzel bir yaz günüydü, içimdekilerin hepsini boşaltmış ve rahatladığımı sanırken geçti her şey başımdan. Anlamak çok uzun sürdü ama sonunda anladım. İnsan kendini yaşadıkça tanır. Kendini yaşamayan bilemez hiçbir zaman. Kendimi bilmediğim bir zamandı işte o zaman. Kimine göre erken, kimine göre geç… Kendimi tanıdıkça, o yazı unutmak daha da güçleşiyor, ama sonunun öyle ya da böyle olacağını düşündükçe derin bir nefes alıyorum.  Şimdi bu satırları yazarken yalnızca sen anla istiyorum beni am...

Bi'kedim var.

Yalnızca söylediklerimiz mi bizi biz yapar? Buraya yazdıklarımız kadar mıyız yoksa sadece? Bu sadece bir başlangıç. Yaşadıkça, çok daha yenilikler düşecek gölgelerimize. Çok daha fazla ağlayacak gözlerimiz. Azalacak nemi yanaklarımızın. Sessizce dans edeceğiz. Şimdi bir ipin ucunda düzgün yürümeye çalışan birer akrobat gibiyiz. Yolumuz belli aslında, ama nasıl gideceğiz, sonuna nasıl varacağız hiç bilmiyoruz. Bir kere başladık ya, geride dönemiyoruz. Nedensiz niçinsiz günlerin tam ortasında, kendi kumsalımızda kaleler inşa etmeye çalışıyoruz. Geride bıraktıklarımız bize ya el sallıyor, ya da biz onlara bakmamak için başımızı önümüze eğiyoruz. Çok mu konuştuk ne? Çok mu söyledik zamanında? Ne kadar gereksiz kavgalardı onlar, tutkulu ama toyca. Ne kadar yanlıştı belki o cümle, ne kadar yanlıştı öznesi. Bunu kafamızı önümüze eğdiğimiz o saniye fark etmemiz, ne acı. Yalnızca söylediklerimiz bizi biz yapamıyor. Yaptıklarımız kadar kalıyoruz maalesef. Yalnızca bir çığlık atsak mese...