Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

"Dikey mutsuzluk":Söyleneceklerin Ertelenmesi

Eylül'ün telaşından, Ekim'in sıkıntısından  Kasım'ın soğuğundan bir şey anlayamadım. Oturdum, onlarca kelime karaladım. Ellerim yorulmamıştı oysa, yaşadıklarım ve gördüklerim yine eskisi gibi çoktu. Yine dökülmüştü yapraklar. Unutulmuş yalnızlığımız, bir önceki seneden katlanıp raflara konmuş. Birer birer çıkartmıştık yine, gelmeyenleriyse şarkılarla çağırmıştık. Hava çok soğuktu. Uzun zaman bizi terk etmeyen güneşli günlerin ardından bir tokat gibi yüzümüze vurulmuştu sonbahar. "Belki" bile demiştik, belki bu son görüşümüz onu. Belki kış gelecek artık yazdan sonra, bu kadar keskin bir dönüşün açıklaması ne olabilirdi ki? Hayır, hiç de öyle olmadı ama, biz yine turuncu yapraklarla gri gökyüzü arasında sıkışmış halde bulduk kendimizi. Kimimiz tekil sevdalı, kimimiz kendi yazdığı hikayenin başrolünde, sevdiği ile mutlu. Kimimiz yalnızlığı kanıksamış, kimimiz de unutmuş artık ne olup ne bittiğini sessiz bir beklemede. Artık hep böyle mi olacak sonbaharlar? Ç

Mavi Boğaz

Resim
İstanbul, binlerce insanın yaşanmışlıklarını saklayabilecek kadar büyükmüş. Herkesin birbiriyle istemeden de olsa kesişmiş yollarını saklayan, kaçışları, kayboluşları, gelişleri ve buluşmaları ara sokaklarında hala yaşatan bir şehir o. Gidersiniz, tek bir an size her şeyi yeniden hatırlatır, İstanbul onu sizin için özenle saklar çünkü, herkes için, ayırt etmeden... Bir sürü kırmızı adam vardır İstanbul'da. Dururlar. Bir çok yeşil adam vardır İstanbul'da, yürürler. Kırmızılar kan ister, yeşiller barış. O yüzden hep bir telaş vardır, hep bir mücadele. Çok fazla ara sokak vardır İstanbul'da, adını sayamayacağınız kadar fazla sokak, seslerini ayırt edemeyeceğiniz kadar fazla kuş. Kediler vardır. Sarısı, grisi, sarmanı, tekiri. Şehir sizi içine çeker, kaybolabilirsiniz, hayatta da kalabilirsiniz. Nasıl gittim ben o şehirden 4 yıl önce, nasıl da benim de ilk terk edişime şahit oldu. Çok da net değil tüm ayrıntılar. Ama o karanlık sabaha karşı, ailemi, arkadaşlarımı

Yol

Resim
O akşam başlamış ve o akşam bitmişti. Soğuktu, yıldızlıydı gece. Ama biz birlikteydik, tek sıra halinde oturmuş, müziğin ritmine istesek de istemesek de kendimizi kaptırmış, yaptığımız şeye gururla bakıyorduk uzaktan. Kolay değildi bir bütünün parçası olmak ve yine de kendin olabilmek. Bir araya gelip bir şeyler ortaya çıkarınca insan, daha da güzel görünüyordu gece. Tek gece. Tek an. Yüreğimize yollar döşeyen insanların zamanı, adı ve nedeni sorulmaz. Yüreğe döşenen yollar illa da uzun zamanlarda tamamlanmaz. Bazen sadece görürsün, yolun sonunun güzel geleceğini bilirsin ve devam edersin.  Ben de devam etmiştim. O soğuk ve yıldızlı gecede, kayda değer yaptığım tek şey buydu. Uzun süren  yalnızlık nöbetlerinin sonunda, tek yaptığım şey, sen o yolu döşerken izlemekti. Yalnızca tek bir gecem olduğunu  yıldızlar daha da arttıkça fark ettim. Yaşanmış ve yaşanabilecek tek gerçek anın o an olduğunu ancak o zaman anladım.  Sonra da sırasıyla senin o yolu yürü

Ruhi Bey

Düşlüyor Ölümünü Ruhi Bey Edip Cansever Niye ölmemeli öyleyse Yaşamak mutlu bir devinimse. Ölüsünü bekliyor Ruhi Bey Bir yanda Ruhi Bey bir yanda ölü Ve görmemek ister gibi ölüyü Oturmuş bir iskemleye. Ben ki bir ölüyü beklemekle geçirdim geceyi Bir ölüyü ve ölünün bütün inceliklerini. Getirdiler beni sayrılar evine bir sabah Asansörle yukarı çıkardılar Tertemiz bir yatağa yatırdılar - ben böyle istedim böyle oldu - Oda numaran 283'dü aklımda doğru kaldıysa Pencereden tepeler görünüyordu, bulutlar ve birtakım kuşlarla devinen tepeler Yakınımdan geçiyordu bazı kuşlar da Beyaz bir saat asılıydı duvarda. Duvarın her yerinden Bembeyaz saatler asılıydı Ve her şey o kadar beyazdı ki, ayrıntılar Yılların eklem yerlerini gösteriyordu sanki Ve bütün eklem yerlerinde koskocaman bir ölü Ruhi Beyin ölüsü Hepsi de ur gibi beni Sarmıştı ur gibi Ruhi Beyi O gün sigara içtim akşama kadar - İkinci gün aldılar sigaramı - Ve saatler biraz sarardı Sarardı bütün ayrıntılar. Ve otuz sekizin altına

Su akar, yolunu bulur :)

Yazdım. Ne gördüysem, ne göremediysem, ne görmek istediysem hepsini sadece yazdım. Oluk oluk akan suların altına bıraktım kendimi ve unuttuğum şeyleri bir bir hatırladım. Hayat güzel bir oyundu. Hep sıramı bekledim, bir çok role büründüm. Zamanla yıllardır taşıdığım, ama farkında olmadığım rollerimi keşfettim. Bazısı acıttı, bazısı hiç yaralamadı. Unuttum sonra oyun olduğunu, yalnızca yaşadım. Bir tatil bu kadar mı uzun sürer? Sanki yıllar önce bırakmışım gibi okulu, aradan uzun seneler geçmiş ve ben 15 gün sonra tekrar döneceğim. Sanki son senem olduğunu anlamış gibi, günler ağırdan mı geçtiler acaba? Hayatta verdiğimiz kararların sonunda mutlu olabilmenin öyle ya da böyle mümkün olduğuna inanmak istedim.       Bir adım atarken, ileride bir gün bu anı nasıl anımsayacağımın hayalini kurdum hep. Ya pişman olup keşkeler içinde üzülecektim, ya da iyi ki de öyle olmuş diyecektim. Başka seçenek nasıl olsa yoktu. (Galiba?) Ve sonra, tam da "iyi ki" olan bir zaman diliminde,

Küçük bir söz

"Birlikte sonsuza dek eğlenebiliriz" dedi kız. " Ama bazen ciddi olmamız gereken zamanlar olur, söylediklerimizin arkasında durabilmek, güvenilir olabilmek için. Ne var biliyor musun, daha fazla devam edebileceğimi sanmıyorum seninle olan arkadaşlığıma. Çünkü her an her sözün gerçekten uzak bir soyut kavrama dönüşünü izlemek beni çok yoruyor. Ses tonları yerine klavye tuşlamalarını duymak beynimi uyuşturuyor. Sana ulaşmaya çalıştıkça kaçmandan, etrafına ördüğün ( her neyse ) şeyden geçmeye çalışmak beni yıpratıyor. Bir şeyler uğruna savaşabilmeli insan, bazen korksa bile, birinden uzanan eli gördüğünde sırtını çevirmemeli, devam etme cesaretini görebilmeli kendinde ne olursa olsun. Orası ya da burası, safını seçebilmeli, ve arkasında durabilmeli. İşte bizim arkadaşlığımızda maalesef bu yok. Asla değişemeyecek birini beklemek de, gelmeyecek bir otobüsü beklemekten farksız. İşte bu yüzden artık eskisi gibi olamayacağım."

Hoppipolla**

\./.\ Perdeler aslında mor renkte değillerdi. Gözümdeki gözlüklerden, her şeyi daha yumuşak bir tonda görüyordum sadece. Başımı arkaya doğru ittiğimde, duvar pespembe bir hal almıştı. Arka fonda, radyoda, yıllardan beri program yapan bir adamın karakteristik sesi vardı. "Durabildiğim kadar burada, size gerçekleri söylüyor olacağım; siz de beni dinlediğiniz müddetçe" diyordu. Burada uzun zamandır bekliyordum. Radyo dışında belirgin olan tek ses klimanın sesiydi. İçerisi buz gibi değildi ama zaman geçtikçe insanın alıştığı bir serinlik vardı. Klima yanıltıcıydı. İnsan bir süre sonra soğuğun farkındalığından uzaklaşıp donuk bir serinliğin içinde buluyordu kendini. Neyse ki o kadar kalmayacaktım burada. Sağ tarafa döndüm. Küçük küçük mevlana heykelleri vardı masanın üstünde. Aklıma mevlana şekerlemesi geldi. Kekremsi limoni bir tadı olurdu küçükken yediklerimde. Artık o şekerlemelerden yemiyorum. Şehrin tam içindeyim. Sıcak insanları bezdirmiş, yaşam sevinçlerini emmiş ve h

söz.

bu gece o cevabvermedim  sana . verseydim sonunu getiremezdin, biliyorum. Biliyorum , öylece kalırdım gecenin sessizliğinde, kalabalığın içinde. Gülerdik bir iki, şakalaşırdık, ama benim içim kanardı. Elle tutulamayan ama varlığı bilinen pek çok şey vardı, ama hiç bir ibu kadar belirsiz olmamıştı kafamda. Evet, belki bekliyordun öyle bir cevap vermemi, belki aklının ucundan bile geçmedi. Ama işte, döndük dolaştık yine engin sulardan ince kıyıların eşiğine geldik. Konuşmadık, konuşmadığımızı hep sustuk biz. Birlikte susmak iyi geldi belki de. Belki bir gün sorarım sana, sesszin o gizemli büyüsünü bozup da.  Sonra söz giderim. bu gece olmazdı ama.

Işıklar beni-

Sorularıma bir cevap bulabilmek için anlamsızca dolaşmak istiyorum sokaklarda. Kabullenmek, geride bırakmak neden bu kadar zor kimse bilmiyor, ama herkes aynı dertten muzdarip. İşte bu yüzden, tüm gece yürümek istiyorum. Uzun uzadıya, bir yere varma kaygısı olmadan, ışıkların azaldığı ve yıldızların daha çok göründüğü bir yere. O zaman her şeyin nedenini bulabilirm miyim sence? O zaman daha anlamlı olur mu devam etmek? Işıklar öyle söylüyor gibiler, beni çağırır gibi göz kırpıyorlar uzaktan. Hepsi ayaklarımın altında, uzanıyorlar her gece. Bense onlara çok az zaman gerçekten bakıyorum- ya da- onları görebiliyorum. Her ışık süzmesinde birileriyle göz göze geliyorum aslında, herkesten onay almaya çalışırmışçasına. Neden gerekli ki bu ? Bilmem. Çocukluk alışkanlığı belki. Belki de beni daha da üzecek şeylerden yalnızca biri. Aklıma başka bir fikir takılıyor şimdi. Caddelere sorsam, bana sizi anlatsalar, acım hafifler mi? Geçmişe gitsem, gezdiğiniz sokakları, konuşmalarınızı dinlesem

Ezginin Günlüğü - Unutmak Kolay

Resim

Tesadüfen

Bugün, varoş bir arabanın üzerinde ismini gördüm. Oraya neden gitmiştim, ne işim vardı bilmediğim sokaklarda, pek de önemli değildi. Önemli olan, bomboş caddelerde, tek tük geçen arabaların sesinin içinde, hanımeli kokuları ile yürürken, birdenbire adınla karşılaşmamdı bana göre. Aslında seninle ilk karşılaşmamız da böyle olmamış mıydı? Neden bu kadar anlamsız, aniden karşıma çıkmıştı ismin. Acaba her şeyin bittiğinin kanıtı mıydı bugün? Bilmem. Belki her şey yeni başlıyordu.

Dört duvar arası "otomatik"

Neden güneş gidince herkes içeri girer? Evlerin ışıklarını yakmak için can atar herkes, sanki dışarıda sokak lambası yokmuş gibi. Sokaklar bomboş, yollar bomboş ama salonlar kalabalık. Caddeler sessiz, yollar sessiz ama salonlarda bir uğultu. Yo, tamamen yanlış anladınız bayım, amacım dışarıda sabahlamak değil. Sadece, anlamını bilmeden, nedeni üzerine hiç düşümeden otomatik yaptığımız her şeyi ayırt etmeye çalışıyorum. Severiz, ailemizi arkadaşlarımızı. Ama herhangi bir insan, "bir yabancı" için hiç bir şey hissedemeyiz. Hissetmeli miyiz? Belki de evet. Belki de yanıt bu olmalı, ama işte, yaşadığımız yüzyılın da aldığı şey bu bizden. Güvenme, aldanma, kanma. Otomatikliğinin yanında bunlar da olsun mutlaka. Severiz sevmesine de, birisi bizi sevmediğinde kıyamet kopar içimizde. "Neden"ler havalarda uçuşur, "nasıl sever beni"ler tüm hücrelerimizi ele alır. Ama işte, bazen öyledir. Bazen hikaye bitmesi "gerektiği" gibi bitmez. Kabullenmek zord

Şemsiye

Resim
Yağmur yağarken, sırılsıklam olurken toprak, güneş batarken ve bulutlar terk ederken şehri. İşte karışıklığın alası diye buna derim. Buharlaşan camları temizlemeye çalışırken, aman paçalarım ıslanmasın derken, yalnız ve yalnızca kendimizi düşünürken, yağmur yağar gider. Bazılarımız şemsiyelerimizi paylaşırız birileriyle. Sormak ne kadar kolaydır aslında birine "gel birlikte duralım" diye. Önemli ya da gerekli olduğundan değil, yalnızca birlikte durabilmenin, paylaşabilmenin asilliğindendir güzelliği. Eğer herkes tek tek durmak zorunda olsaydı damlaların altında, tek kişilik yapmazlar mıydı onu, akıl bu ya. Ama işte, birlikte yürümek isteyenler için, renk renk boy boy şemsiyeler yapmışlardı. Eğer birlikte yürümeye cesaret edebilirsen... Neden duramayız peki birlikte yağmurun altında? Şems- Şemsiye. Yalnızca yağmur damlalarından korusa neyse, güneşten de korumak için yapılır şemsiyeler. Onları güneşten korunmak için hiç kullanmayız, güneş varsa gözlük vardır, şapka va

Şans

Farkında olsak ya da olmasak da, hayatımızda olumsuz olarak gördüğümüz şeyler, farklı olarak da olsa olmuş şeylerdir. Muhtemelen hiç bir zaman böyle düşünmeyiz, şahsen ben de hoşlanmadığım halde gerçekleşen olaylar için çoğunlukla böyle bir tavır sergilemem. Ama bazen, küçük küçük ayrıntılarla yüzümüze çarpılan bazı gerçekler var, kabullenmemiz gereken. En sevdiğim kitaplar arasında ilk sıralarda olan "Sana gül bahçesi vaadetmedim" bu anlarda aklıma gelir hep nedense. Adı pek çok şeyi özetlemekte aslında, hayat bize gül bahçesi vaadetmemiştir ama biz gülleri beklediğimiz için, etrafta var olan diğer çiçekleri göremeyiz. Hayır. Anlattığım şey "Küçük küçük şeylere sevinmek" 'den daha fazlası. Yalnızca, hayatta kendimizi şanssız hissettiğimiz noktaların değil de, belki de bizi şanslı yapan ama farkına güç bela vardığımız diğer şeylerin varlığı. Evet, tam da bu. İşte ben de böyle bir farkına varışın içinde buldum kendimi bugün. Sokaklarda güle bağıra yürü

İstanbul'da bir gün..

Uzun bir aradan sonra, tekrar yola çıkmak heyecanı... Sanki hiç gitmemişim, Ankara'ya geri dönmemişim gibi buldum İstanbul'u. Ne kadar zaman geçmişti ki zaten. Altı üstü 6 7 ay... 6 7 ayda neler olmazdı ki ama, yaşayıp öğrenip anlamış biri olarak, evet oldukça uzun bir zaman sonra gitmiştim yine de. Göreceli de olsa. Sabahın erken saatinde, yine o gökdelenlerle kaplı yollardan geçerken uyandım. Köprünün ışıkları bile daha yanmamıştı. Önce Beşiktaş'a gittik, oradan Taksim'e. Beşiktaş sahilinde martıları izledik, çiçekçi teyzeden çiçek aldık (!) ve pazarda gezindik. Güzeldik, çok güzeldik. Başkaları da olsaydı yanımızda, daha çooook eğlenirdik. Taksim yine kendi curcunası içine aldığında bizi, biraz yorulsak da, kendimizi Kadir Has'ın denize 0 manzarasında bulunca her şeyi unuttuk. Kadir Has Üniversitesinin gittiğimiz binası, eskiden fabrikaymış. O yüzden binanın iç mimarisi oldukça enteresan bir yapıdaydı. 5 saat süren ve yeni şeyler öğrendiğim panelin ardınd

Eksik Bir Şey

Bazen söylediklerimizin değil de, söylemediklerimizin altında eziliriz. Birilerine bir yerde bir şeyleri eksik söylersek, gelecekte söyleyeceklerimizden de çalarız çünkü. Keşke elimizde bir kese olsaydı da kelimelerimizi sayabilseydik. Böylece eksiği fazlayı daha iyi fark eder, daha tutumlu olurduk onları kullanırken. Eksik bir şey mi var demiş ya şair, evet, bir yerlerde birilerine söylemeyi unuttuğumuz bir şeyler var. İçimizdekini, hissettiklerimizi,unuttuklarımızı, unutamadıklarımızı ve en önemlisi o anda ne istediğimizi. Tabii bunu geç fark edince, bir biri ardına çarpışır kelimeler, zincilerme, birbirlerini katlederler. Sonunda yine sessiz öylece kalırız. Kaybetme korkusu diz boyu. Öyle olmasın desek bu kez? Söylesek? Bir kere kaybetmek bilmem kaç kez ölmekten daha iyi değil miydi? Bilmem.

İncesaz - Sesimi Duy İsterdim

Resim

Finding x.

What I was impressed was never what I thought of. Life was too non-linear to be limited. But the average people tend to sort others and themselves, by the description of their behaviours. You know you have never been alone until you read these lines alone at your room. You think every other people are so happily together. But no, they are as alone as you sitting on their chair, trying to fall asleep or in understanding someone. So, accepting the things as they are -just in words is easy- but in action, it was never as easy as it seemed. I was sitting in my room, trying to fall asleep by thinking whether I can shape the way I dream. By chance or by some other unkown force I remembered those words of that one of the weird stories of all that has been told by film makers. Well thanks to them, we would never be that decisive to express that reality like that. "Forgetting someone could be easy but getting them out of your heart was another story." As far as I remember, these

Karanlık

Sonra; ”Döndüm işte” dedi adam, “Geldim, buradayım”. “Ama artık aklımda hiçbir şey yok, aklım yok  benim, başım yok.” Orada öylece yatan bedenini görebiliyordu kadın. Yüzsüzce, anlamsızca uzanıyordu adamın vücudu önünde. Derinde bir yerlerde o kadar çok üzülüyordu ki durumuna, garip bir vicdan azabı hissediyordu, sanki onca şeyin sebebi kendisiymiş gibi. Ardından önünde bir başka kadın belirdi. Ona söylemeliydi, adamın kafasının yerinde o kocaman simsiyah boşluğu gördüğünü söylemeliydi. “Sen bilmiyorsun,” demeliydi, “Sen onu geri dönecek sanıyorsun, ama o artık o karanlıktan çıkamaz, kırılan parçalarını toplayamaz ruhunun. O bardaktan su içemez…” Öylece bakıyordu kadına. Kadın gülümsüyordu hafifçe. Onu beklediğini hissedebiliyordu. Her şeyin sonuna doğru, önünde gülümseyen kadına adama neler olduğunu anlatmayacağından emindi. Kendisi farkına varsın istiyordu. Çünkü biliyordu ki, o da savrulan düşüncelerin toplanabileceğine bir zamanlar inanmıştı tıpkı o kadın gibi;

Nefes

Hepimiz farklı anlarda doğarız. Aynı anda doğduklarımız, belki hayatımız boyunca asla karşılaşmayacağımız insanlardır. Aldığımız nefes sayısı asla bir olmaz o yüzden kimseyle. Birileri bizden birkaç nefes ötede, birileri ise geridedir. Ve işte belki de bu yüzden, sadece bu yüzden, birbirimizi asla anlamayız gerçekten. Bir gece vardır elinde. Temiz, pürüzsüz, kırmızı. O gece hep öyle kalsın istersin, uzasın uzasın aksın.  Elindedir işte, kırmızıyı sevmesen bile öylece duruyordur, bırakamazsın. İçten içe çeker seni kırmızının büyüsü, altında saatlerce kalabilirsin. Sonra, senden birkaç nefes ötede ya da geride olan birileri gelir, elinden alır o geceyi. Önce yanında oturur, seninle gökyüzüne bakar. Sonra sana etrafı gösterir, yıldızları gösterir, bulutları gösterir. Gökyüzüne bakan sen birden bire onun gösterişine bakarken bulursun kendini. Nedendir bilinmez, seni alır o götürür o gökyüzünün altından birdenbire. Oysa sen orda kalmak istiyorsundur, tam o anda, yanında senden farklı bu

O lala!

Resim
Ne derim hep, her yolculuk önemlidir. Kendimize yaptıklarımız, başkalarına yaptıklarımız, yapmaya çalıştıklarımız, ve sadece hayalimizde yapabildiklerimiz. Ben de işte, yine yeniden, çıktım yola. Bizdik bu sefer yine. Bir kere ben çıkmıştım, artık biz oluyorduk. O günü hala hatırlıyorum, her şeyin değişmeye başladığını fark ettiğim anı. Liseden mezun oluşum, yeni bir okul, yeni bir ülke ve uzaklaşan sevdiklerim. Sonra ne mi oldu? Not everybody though.. Sabahın 4 üydü evet, Havaş servisinin gelmeyişinden belliydi aslında bir maceraya atılışımız, taksiyle gelip tüm bir geceyi -saat 4 e kadar- banklarda uyuklamaya çalışarak geçirmek oldukça yorucuydu doğrusu. Tam da onca sınavın ve stresin arkasından tatilin benim için böyle başlaması daha ne kadar anormal olabilirdi bilmiyorum, tüm bunları geride bırakıp sessizce Hayde çalan cafede bir bardak sıcak çaya talim olmayı seçtim. Evet, oldukça sakindim. Sanki o gece havaalanı sadece bizim için açılmıştı. Bir avuç insan o saatt

Untill You Understand

Resim
Kings of Convenience. Karanlık bir günde sürekli dinlemek...